"'Hayatta kimseye güvenmeyeceksin' demek saçmalıktır inan. Ama kime iki defa güveneceğini hesaplamalı insan.' demiş Victor Hugo. Ben Can'a güvendim. En çok ona güvendim. Güvenimi kırdı ama nasıl tamir edeceğini biliyordu. Ben, şüphesiz ki ona ikinci kez güvenmeye hazırdım."
-
Elinde bardak ile yanıma gelen Can, kağıdı okuduğumu görünce duraksamıştı. Bardağı masaya bıraktı. Bana yaklaştı. Ellerimi kavradığı andan itibaren benim için zaman kavramı yok olmuştu. Gözlerime, gözlerimin en içine bakıyordu. Belki benden bir şeyler duymak istiyordu. Belki kendisi bir şeyler söylemek istiyordu ama tepkimi gözüne kestiremediğinden susuyordu. Ellerimi yavaşça çektim. Onu yeniden kıracağımı, hayal kırıklığına uğratacağımı bile bile yaptım bunu. Kolyeyi alıp, ardıma bile bakmadan tekneden çıktım. Kalbim yumuşuyordu. O yokken içimde biriken öfke ve kırgınlık gittikçe yerini pişmanlığa bırakıyordu. Tüm parçaların yerine oturması lazımdı her şeyden önce, onu affetmem için bunu beklemem lazımdı.
-
Perdenin arasından yüzüme vuran bahar güneşi içimi ısıtıyordu. Bugün gerçekten yataktan çıkasım hiç yoktu. Bu planımı, çalan telefonum bozdu. Yiğit arıyordu. Telefonu açtım. "Efendim Yiğit?"
"Beraber kahvaltı yaparız diye düşündüm, bildiğim çok iyi bir yer var." Açıkçası acıkmıştım ama hiç keyfim yoktu. Açlık hissi daha baskın olduğu için kabul edecektim sanırım.
"Tamam, hazırlanıp gelirim. Görüşürüz." Telefonu kapattım. Hazırlandıktan sonra sözleştiğimiz yere gittim. Yiğit, her geçen gün iyileşiyordu. Tekerlekli sandalyeden kurtulmuş, sadece değnekten destek alır hale gelmişti. Doktor, Yiğit'in zamanla iyileşeceğini söylemişti. Hayatımda yolunda giden şeylerden biri de buydu aslında. Yiğit'e sarıldıktan sonra masaya oturdum. Kahvaltımızı yaptık. Yiğit, "Ben hemen geliyorum." dedi ve değneğine tutunarak içeriye girdi. Telefonuma bir mesaj geldi. Mesaj Deniz'dendi. Bugünkü seans aklımdan çıkmıştı. Yiğit'e haber verip hemen seansa yetişmem gerekiyordu. İçeriye girdim. Yiğit, telefonla konuşuyordu. Saate baktım, geç kalıyordum. Konuşmasını bölmem gerekiyordu. Yiğit'e doğru yaklaştım. Telefon konuşmasına kulak misafiri olmak hiç hoşuma gitmiyordu ama şu an için mecburdum."Henüz anlamadı ama yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik Hüma hanım." dedi Yiğit. Neyden bahsediyordu, kim, neyi anlayacaktı?
"Yiğit, benim gitmem gerek. Sen de evine geç istersen." dediğimde aceleyle telefonu kapattı. Neler olduğunu anlamamış bir halde kafeden çıkıp Deniz'in kliniğine gittim.
-
Bugünkü seansım diğerlerinden daha farklı geçmişti. Can'ın gelişi beni uzun zamandır hissettiklerimin dışındaki duygulara yönlendiriyordu. Her şey yoluna giriyor gibiydi. Seans sonucunda Deniz de bana aynısını söylemişti, kendimi daha iyi hissediyordum. Kalbim onarılıyormuş gibi, eski halime dönüyormuşum gibi...
-
Birkaç satır yazdıktan sonra defterimi kapattım. Telefonum çalıyordu. Arayan Ceycey'di. Telefonu açtım. "Çabuk yolladığım adrese gel, çabuk dedim sana." Her zamanki gibi çılgın bir ses tonuyla konuşuyordu. "Tamam." dememe izin verdi sadece. Gönderdiği adrese baktım, bilindik bir adresti. Aceleyle adrese gittim. Ceycey beni görünce çok sakin bir şekilde kolumdan tutup beni yanına çekti. O beni çeker çekmez gördüğüm görüntü üzerine gözlerimin kocaman açıldığına emindim. Yiğit Hüma Hanım'la konuşuyordu, hem de değneği olmadan, desteğe ihtiyacı bile olmadan ayakta duruyordu. İyileşmiş olması imkansızdı. Bu kadar kısa sürede tamamen iyileşemezdi. Her şey numara mıydı? Can haklı mıydı? Yiğit beni gerçekten seviyordu, aramızdaki şey sandığım gibi arkadaşlık ilişkisi değildi. Aramızı bozmak için Hüma Hanım ile anlaşmış ve ellerinden ne geliyorsa yapmışlardı. İnanmak istemiyordum, inanıyordum ama buna inanmak istemiyordum. Bir yıl... Koskoca bir yıl boyunca onlar yüzünden sevdiğimden, Albatros'umdan uzak kalmıştım. Bunun hesabını Yiğit'e tam şu anda sormalıydım. "Sen git Ceycey, bekleme burada." deyip Yiğit ve Hüma Hanım'ın yanına doğru yaklaştım. Ellerim titriyordu, yine tüm vücudum titriyordu. Bunun hesabını sormam lazımdı, güçlü durarak her şeyi açıklığa kavuşturmalı ve son noktayı koymalıydım. Hüma Hanım ve Yiğit, pür dikkat bana bakarken oldukça şaşırmış görünüyorlardı. Tüm gücümü toplayıp Yiğit'e tokat attım. Bu beni kandırmasından da öte, Can'la aramızı bozduğu içindi. Daha da fazlasını yapmak istiyordum. Saf duygular içinde yüzen ben, nefret doluyordum. Nasıl görememiştim bana olan ilgisini, hırsını? Nasıl? Üstelik bu durumda en büyük suç Hüma Hanım'ındı, buna gayet emindim. Ona da söyleyecek bir çift lafım vardı.
"Nasıl yaptınız Hüma Hanım? Bir insan kendi çocuğuna, kendi canından, kanından olan bir insana bunu nasıl yapar? Siz bizi ayırmak uğruna kendi oğlunuzu mahvettiniz. Yiğit'le işbirliği yaptınız, Can'ın buradan gitmesinin üzerine onun değil Yiğit'in yanında oldunuz. Can bunu öğrendiğinde neler olacak biliyor musunuz? Sizi bu sefer hiç affetmeyecek, sizden nefret edecek. Ve biliyor musunuz, bu sefer size acımayacağım Hüma Hanım. Şimdi gidip bütün gerçekleri Can'a anlatacağım ve ondan özür dileyeceğim. Biz Can'la mutlu olacağız ve siz bizim hayatımızdan sonsuza dek çıkacaksınız."
Hüma Hanım dolu gözleriyle bana bakıyordu. Göz yaşlarına inanmayacaktım, ona acımayacaktım. Bir annenin kendi çocuğuna böyle bir şey yapmasını gerçekten aklım almıyordu. Artık saf Sanem yok. Bundan sonra Can'ın ve benim devrim başlıyor. Biz mutlu olacağız ve kimse bizim mutluluğumuza engel olamayacak!
-
Oradan ayrılır ayrılmaz Can'ın teknesine doğru yol aldım. Tepkisinden korkuyor olmama rağmen yapmak zorunda olduğum şeyi yapacaktım. Her şeyi anlatacaktım. Güvenmediğim için özür dileyecektim. Defterimi okumadığını düşündüğüm için, yaktığını düşündüğüm için, her şeyden önce ona inanmayıp onu boş yere suçladığım için ondan özür dileyecektim. Belki kabul etmeyecekti, bu konuda tek bir tahminim bile yoktu. Korkularımla yüzleşecektim. Can'la yüzleşecektim. Kararımı vermiştim. Can'la mutlu olmaktan başka hiçbir isteğim yoktu...
-
Benim kalemimden Erkenci Kuş asıl şimdi başlıyor. Okuyanlara ve oy verenlere teşekkür ederim...:)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zümrüdüanka ile Albatros
Fanfictionİki insanın bir araya gelmesi o kadar çok şeyi anlatır ki. Mesela bir insana malını verebilirsin, mülkünü, paranı ve hatta bedenini bile. Mühim olan nedir? Mühim olan bütün bunlar bir yana; kalbini verebilmektir, aşkını verebilmektir. Verdiğin beden...