9.5

30K 1.6K 383
                                    

"Yer misin şunu?" Burak, reçel sürdüğü ekmeği bana uzattı. Sabah, yeniden araç kiralamıştık ve Burak bu sefer neredeyse 180'le gitmişti. Kaza yapabilecek kadar hızlıydık, önümüze çıkan kedi yüzünden zar zor durmuştuk. Altı üstü kahvaltıya, güzel bir mekana gelmek ve otelden çıkmak istemiştik ama Burak Bey yüzünden burnumdan gelmişti. Şu an ise ona trip atıyordum.

"İstemiyorum! Sen ye," dedim ekmeği önüne ittirirken. Burak derin bir nefes alıp arkasına yaslandı ve çatalını sert bir şekilde tabağının yanına koydu. "Neden böyle yapıyorsun?"

"Burak, neredeyse bir kediyi öldürüyorduk. Ya insan olsaydı?"

"Ama değil,"

"Ama olabilirdi!" dedim sesimi yükselterek. "Bir insan olsaydı boku yemiştik. Hayır, ne diye hız yapıyorsun anlamıyorum ki! Trafik yok, yetişeceğimiz bir yer de yok. Kıro musun sen? Doğru düzgün..." derken Burak reçelli ekmeği ağzıma tıkmıştı. "Çok konuşma da ye."

"Şunu yapmandan nefret ediyorum!" dedim ağzımda kocaman bir ekmek parçası olmasını umursamadan. "Böyle şeyleri sanki hiçbir şeymiş gibi geçiştiriyorsun. Ama bunlar önemli şeyler Burak, bir kere de ciddiye al. Ben sanki keyfimden uyarı yapıyorum sana."

"Öneminin farkındayım güzelim, özür dilerim. Sadece kahvaltı burnumuzdan gelmesin diye konuyu geçiştirmeye çalışıyorum," dedi elindeki ekmeğe nutella sürerken. "Bundan sonra sana öğretirim, sen sürersin."

"Benim ehliyetim var ya sanki," dedim elindeki nutellalı ekmeği kaparken. Bu sefer de ben onun ağzına tıktım. "Mankafa. Bugün o kedi ya insan olsaydı diye düşünmekten uyuyamayacağım."

"O zaman benimle uyu," dediğinde alttan ayağına vurdum. "Burak! Of, ben sana laf anlatamıyorum. Bir gün karakolluk ol da gör gününü," dedim salama uzanmaya çalışırken. "Valla hapishane ziyaretine gelmem, söyleyeyim."

"Tam Piraye'm oldun işte," dedi Burak gülümserken. "Ama ben ağaç tırmanmayı bilmiyorum, onu ne yapacağız?"

"Onu da ben sana öğretirim," dedim Burak'a doğru. Peki ağaç tırmanmayı biliyor muydum? Hayır. 

Burak'la didişmekten kahvaltı 1 saat 47 dakika sürmüştü. Ben ona laf sokuyorum, alttan alıyor, gönlümü yumuşatıyor, sonra ben yeniden sinirleniyorum ve yeniden aynı döngü... Yaprak bizimle hiç takılmıyordu ve son kavgamızdan sonra annem hiçbir şeyime karışmamaya başlamıştı.

Kafeden çıkınca Burak'ın elini tuttum, ancak elini çekti. "Aşkım, hava çok sıcak. Bir de elimi tutma, lütfen." Başka zaman olsa trip atabilirdim ancak ben de deli gibi terlemiştim. Burak bir anda durup bana döndü. "Birkaç gün görüşmeyelim."

"Neden?" diye sordum bir anda. Burak beni kendine çekip yanağımdan öptü. "Delibalın fazlası zararmış..."

"Yaa," dedim dünyanın en garip sesini çıkararak. "Çok zekisin sen, ne yaptın ettin benimle barıştın."

"E balım, 5 ay peşinde koştum. Ne yapayım? Bırakayım küs, öyle mi? Yok öyle bir dünya..." dediğinde gülümsedim. "Ya küsersem?"

"Ben ne yapar eder gönlünü alırım al yazmalım," dedi başımdaki kırmızı bandanayı işaret ederken. "Çok zekiyim, sen söylemiştin."

"Ben onu ego yap diye söylemedim," dedim gözlerimi devirirken. "Narsist Burak." Burak umursamayıp elimi tuttu. Az önce ben tuttuğumda tutuşmak istememişti. 

"Elini tuttum, sıcacıktı," dedi Burak. "Yüreği elindeymiş gibi." Selvi Boylum Al Yazmalım filminin repliğini söylüyordu. "Son iki gündür alıntılarla konuşuyoruz," dedim gülerken.

"Çünkü her şeyde seni buluyorum," dedi Burak. "Basit bir filmde, basit bir şarkıda, basit bir şiirde..." Daha sonra işaret parmağıyla kendini gösterdi. "Basit bir adamda."

Ne diyeceğimi bilemiyordum çünkü çok fena düşmüştüm.

"Sen basit biri değilsin," dedim aklıma ilk gelen şeyi söylerken. Burak başını sağa sola salladı. "Aşık olmak bu mu Defne?" diye sordu Burak beni umursamadan.

"Nasıl?"

"Bilmiyorum, kalbim bir sağa bir sola çarpıyor. Ankara'ya gitmek istemiyorum, seneye üniversite kazanmanı istiyorum. Senden ayrı olmak istemiyorum," Ağzım açık bir şekilde Burak'ı dinlerken cümlelerini sıralamaya devam etti. "Hep benimle ol istiyorum. Kötü şeyler de yaşayabiliriz, güzel şeyler de yaşayabiliriz. Ama hep yanımda ol. Güleriz, birlikte güleriz. Ağlarız, birlikte ağlarız. Kahroluruz, birlikte oluruz." Burak neredeyse ağladığımı görmüş olacak ki kolumdan çekiştirdi. "Gezelim biraz, daha önce hiç merkezi gezdin mi?" dediğinde başımı sağa sola salladım.

Birlikte ara sokaklara gire çıka yürüyorduk. Gözümüze kestirdiğimiz bütün mağazalara girip kıyafetler deniyorduk, turist taklidi yapıyorduk ve bir sürü şey yemiştik. Pilav, pamuk şeker, süt mısırı, kumpir...

Burak'la arabaya döndük. Sinirli bir şekilde ona baktım. "Tamam tamam, bir daha hız yapmayacağım. Söz veriyorum!" Sözüne güvenip oturduğum koltuğa iyice yayılırken camdan dışarı bakıyordum. Antalya sıcak olduğu kadar güzeldi.

Burak bir anda arabada 'Fikrimin İnce Gülü' şarkısını açtı. "Atatürk'ün en sevdiği şarkılardan biri..." dedi bakışlarını yoldan ayırmadan. Burak, şehir dışına çıkan yola saptığında endişeli bir şekilde ona döndüm.

"Hayırdır?" dedim tek kaşım havaya kalkarken. Sanki sevgilimle değil de, herhangi bir arkadaşımla konuşuyordum. "Neden bu yola saptın? Nereye gidiyoruz?"

"Havaalanına," dedi Burak kestirip atarak. "Seni 18. yaşına bastığın gün Ankara'ya götüreceğim, Anıtkabir'e gideceğiz demiştim. Hatırlıyor musun?" Başımı aşağı yukarı salladım. "Hatırlıyorum."

"18 yaşına gelmeni bekleyemedim," dedi ve derin bir nefes aldı. "Şimdi gidiyoruz."


Gizli Numara (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin