2.8

62.8K 4.2K 575
                                    

"Defne, geldiğimizden beri olay yaratıyorsun. Hiç mi akıllanmazsın sen? En sonunda ailene haber vermek zorunda kalacağım, hatta haber vermek zorundayım." Aha, sıçtım. Ben de hep sıçıyorum ya. Bu hayata yaptıklarım yüzünden cezalandırılmak için gelmişim.

"Allah kahretsin ya! Dosyayı unuttum." Yusuf Hoca'nın neyden bahsettiğini anlamayıp gözlerimi kıstım. "Aile bilgilerinizin olduğu dosyayı..."

"Defne, bana ailenden birinin numarasını vermen gerekiyor." Aklıma gelen düşünceyle 32 diş sırıtınca Yusuf Hoca kaşlarını çattı. "Sakın sinsilik yapayım deme!"

"Ben? Ben ve sinsilik? Hocam ben sinsi değilim ki! Zeki insanlar sinsi olur. Ben düpedüz geri zekalıyım." Yusuf Hoca kurduğum cümleye gülünce ben de güldüm.

"Hadi Defne, uzatma da Hakan Bey'in numarasını ver." Babamın numarasını istiyordu. Ahanda sıçtım şimdi.

"Tamam hocam, ama numara ezberimde değil. Odama gidip bir numaraya baksam olur mu?" Yusuf Hoca başını aşağı yukarı sallayınca koşar adımlarla odama geldim ve telefonumu elime aldım.

Defne: pişt

Defne: çok acil yardımın gerekiyor

Burak: naptın yine?

Defne: orasını sonra anlatırım

Defne: yusuf hoca babamın numarasını istiyor konuşmak için

Defne: konuşursa babam ağzıma sıçar

Defne: ben de düşündüm ki

Burak: benim numaramı verip senin baban gibi davranmamı istiyorsun, öyle değil mi?

Defne: evet

Defne: nolurnolurnolur

Burak: tamam

Burak: ver numaramı bakalım

Defne: çok teşekkür ederim aşkım

Burak: önemli değil baş tacım

Defne: czkfldkcllsögsşd

Defne: veriyom hadi bay

Hocanın yanına gidip numarayı okumaya başladım. 0(530)... Numarayı okuyunca Burak'ın adının bende kayıtlı olmadığı zamanlar geldi aklıma. Yılbaşı gecesi yani... Ne kadar mutlu olmuştum! Ayrıca biraz gıcık olduğum da doğruydu.

Hoca telefonu kulağına tutunca kalbim deli gibi atıyordu. Burak, inşallah bir yanlışlık olmaz. Ya sesinden çocuk olduğunu anlarsa? Ne olacak o zaman?

Telefon açıldığında ortam o kadar sessizdi ki karşı tarafın sesi az da olsa duyuluyordu. "Buyrun, Yusuf Hocam?" Dur lan! Bu çocuk sesi falan değildi. Bu bildiğin adam sesiydi, adam!

"Merhaba, Hakan Bey. Nasılsınız? İyisiniz inşallah?"

"İyiyim Yusuf Hocam sizler nasılsınız?"

"Biz de iyiyiz çok şükür. Sizi Defne hakkında konuşmak için aradım." Ne diyeceğini merakla bekliyordum.

"Buyrun?"

"Daha geleli bir gün bile olmamışken Defne iki tane arkadaşıyla kavga etti. Gerekli cezaların uygulanacağını söylemek için aradım sonuçta bütün okul hayatını etkileyecek."

"Hocam, Defne'nin gençliğine verin. Hem, tutanak tuttuğunuz an Defne'nin siciline işlenir. İşe alımlarda, üniversitede çok kötü olur. Ben Defne'yle konuşacağım, merak etmeyin."

"Pekala, o zaman sizin Defne'yle konuşmanızı bekleyeceğim Hakan Bey. İyi günler, kendinize iyi bakın."

"Teşekkürler Yusuf Hocam, siz de." Telefon kapanınca Yusuf Hoca bana dönüp 'duydun' bakışı attı. Sonra da aşağıya inmeye başladı.

Odaya koşup telefonumu aldım ve Burak'ı aradım.

Aradım yani.

Baya.

Sesini duyacağım birazdan.

"Efendim," diyerek açtı telefonu. İyi de, bu az önceki ses değil ki?

"Lan, naptın sesine?" dedim. Güldü. Ay, gülüşü çok tatlı. Duysanız keşke.

"Ses değiştirici kullandım. Yusuf Hoca benim 50 yaşındaki bir adam olmadığımı sesimden anlardı herhalde." Burak'a, telefonda öpücük sesi çıkardım.

"Sen bu aralar kudurdun ha, aşkımlar öpücükler falan. Ne oluyor?"

"Aa terbiyesiz. Sana aşık olamam mı yani?" Kendi kurduğum cümleye güldüm.

"Aşık mısın bana?"

"Senin gibi birine herkes aşık olur." Opps, sanırım fazla ileri gittim.

"Senin gibi biri derken?" Sesi çok güzeldi ya. Harbiden. Valla. Baya güzeldi yani. Şarkı söylese saatlerce dinlerim, o derece.

"Senin gibi işte. Nazik, çok değer veren, sevdi mi adam gibi seven..." Güldüm.

"Yakışıklıyı unuttun." Kahkaha atmak istesem de atmadım.

"Bence yakışıklıyı unutmadım. Bence egoisti unuttum. Hem, kime göre, neye göre? Bence yakışıklı değilsindir." Sözüme karşılık gaza gelip fotoğrafını atmasını her şeyden çok istiyordum.

"Pekala, istediğin gibi düşünebilirsin. Şimdi kapatmak zorundayım." Yine öpücük attım.

"Tamam, sonra görüşürüz."

"Görüşürüz," Telefonu kapatmadan önce hemen adını söyledim. "Burak?"

"Efendim?"

"Seni seviyorum, bunu biliyorsun değil mi?" Ne ara söylediğimi anlamamıştım. Yüzyılın itirafını falan yapıyordum. Hayır ya! İtiraf doğru şeyler için olur. Bu doğru muydu? Allahım, suratını hiç görmediğim birine mi aşık oluyorum yani şu an? Hayır ya! Aşık olmak öyle kolay değil bir kere.

"Anlamadım? Tekrar edebilir misin?" Güldüm. Bal gibi de anlamıştı. Ama yine de tekrar ettim.

"Seni çok seviyorum diyorum. Bunu biliyorsundur zaten." Bu sefer Burak bana öpücük gönderdi. Ama konuşmadı.

"Ya bir şey söylesene, seni çok seviyorum dedim! Bir şey söyle."

"Biliyorum güzelim, ben de seni çok seviyorum."

"Karşıma çık Burak." Konuyu yine o tarafa bağlamamdan sıkılmış olacak ki ofladı. "Oflama ne olur, karşıma çık!"

"Miniğim, bunu defalarca konuştuk." Sesinden bana güzelim ve miniğim demesi... O kadar güzeldi ki. Ses kaydına alıp 150 kez dinleyebilirdim.

"Evet, ama ben tatmin olamıyorum. Bari bana kendinden bir şey hediye et. Kurabiyelerim bitti." Hırıltılı bir şekilde güldüğünü duydum.

"23 Mayıs'ta hediye etsem?" Doğum günüm... Biliyordu!

"Olur, ama daha 21 gün var o güne."

"O zamana kadar da ne hediye edeceğimi düşünürüm."

"Mantıklı." Gülümsedim.

"Sonra görüşürüz," dedi. Sesinin tonu çok güzeldi ya. Vallahi.

"Burak," Yine aynı klişeyi yapınca kendime sinirlendim.

"Efendim, güzelim, yavrum, miniğim... Efendim?" Güldüm. Sıkılmıştı belli ki.

"Seni seviyorum."

"Neden her saniye söylüyorsun?"

"Çünkü..." dedim ve derin bir nefes aldım. "Seni her saniye seviyorum."

Kalbim elden gidiyeahh, yok yok. Gitti bile.

Gizli Numara (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin