Bölüm 8

124 7 0
                                        


Mehmet Bey, Yiğit'in bu kadar kendisine yüklenmesini doğru bulmuyordu. Geçmişini unutmak için çok çalışıyordu. Ana babasından alamadığı onayı işteki başarısıyla kapatmaya çalışıyordu. Yiğit ne sigara içer ne alkol kullanırdı. Şans oyunlarıyla hiç arası olmadı. Kadınlara düşkünlüğü yoktu, uyuşturucuya başvuracak kadar hiç kontrolünü kaybetmemişti. Yiğit'in tek morfini kariyeriydi, Yiğit tam bir işkolikti. Mehmet Bey bu durumun tamamen psikolojik olduğunu söylemiş, bir terapiste yönlendirmeye çalışmış, başaramayınca eski usul sorunu çözmeye karar vermişti.

" İnsana ezelden beri iyi gelen tek şey doğaydı. Ne zaman topraktan ağaçtan ayrı düştük, kalplerimiz kurudu. Ne zaman başka canlardan elimizi çektik, birbirimizi anlamaz olduk. " derdi. "Ne yapayım? Domates mi ekeyim? Demişti Yiğit.

- Hayır, ama bir ağaca bak, bir atın özgürce koşuşunu, bir çiçeğin filizlenmesini izle. Hiçbir şey yapma, saatlerce gökyüzüne bak dedi. Ne kaybedersin?

Yiğit, Mehmet beyi her zaman dinlemiş ve faydasını görmüştü. İstanbul'dan çok uzaklaşmayı göze alamamıştı, Beykoz'un köylerinin birinde satılık mütevazi bir çiftliği andıran evi bulmuştu. Tam da Mehmet beyin anlattığı gibiydi. Etrafında ağaçtan başka hiçbir şey yoktu. Geceleri hayvan sesleriyle uyuyordu, sabahın köründe dimdik ayakta oluyordu. Bir de artıları vardı bu evi alırken: Rahmi kâhya ve Maviş

Yiğit'in önceliği evin konumuydu; ev ikinci köprüye yarım saatlik mesafeydi ve bu İstanbul şartlarında bir mucizeydi. İnternetten evin içine baktığında tatmin olmuştu. Evin büyük bir bahçesi ve evden 10 metre uzakta bir ahırı vardı. Gidip gördüğünde şaşırmıştı, aynı fotoğraflardaki gibi bakımlı temizdi buralar. Evin ilk katı geniş bir salona açılıyordu; salonun bir cephesi tamamen camdı. Camın karşısında büyük bir şömine vardı. Oda çok zevkli döşenmişti. Burayı yenilememe kararı almıştı Yiğit. Salonun karşısında yine büyük bir mutfak ve evde çalışanların kaldığı bir oda vardı. Üst katta ise 4 oda vardı. En üst katta ise bir teras. Burayı kapatıp kışın kullanabileceği kış bahçesi yapmaya karar verdi Yiğit. Odaları da kafasında düzenledikten sonra ev sahibine döndü ve alıyorum dedi. Adam, internetten Yiğit hakkında bir araştırma yapmıştı, alacağını duyunca heyecanına yenik düşmemek için kendini zor tutmuştu. Yiğit, hiç pazarlık yapmadan evi almıştı. Adamın tek bir talebi olmuştu. Evde yaşayan çifti işten çıkarmaması ya da en azından bir denemesiydi. Tamam dedi Yiğit.

Satın alma işlemleri bitip anahtarı aldığında ilk işi eve gitmek, baskın yapar gibi insanları hazırlıksız yakalamaktı. Eve vardığında adam bahçeyle uğraşıyordu, kadın ise evi yeni ev sahibine hazırlıyordu. Bir arabanın evlerine yaklaştığını gören çift bir araya gelmiş, yeni patronlarının onlar için kararını endişeyle bekliyorlardı. Yiğit arabayı park edip başını kaldırdığında meraklı daha çok kaygılı iki çift gördü. Kendine sinir oldu çünkü bu 50 yaşlarındaki karı kocaya hemen içi ısınmıştı. Yaklaştığın da Rahmi kâhya hemen eline bir hamle yaptı hoş geldin beyim dedi. Yiğit hızlıca elini çekti, adamın sırtını sıvazladı. Oldum olası el öptürmekten nefret ederdi. Rahmi beyin eşi Emine Hanım ise yüzünde kocaman gülümsemesiyle ona bakıyordu. Bir dakika önceki telaşlı kadın gitmiş, yüzünde güller açan kadın gelmişti. "hoş geldin oğul!" dedi. Rahmi bir anda kadına döndü, gözleri kocaman öfke dolu bir şekilde:

- Aklını mı kaçırdın be kadın? Dedi

- Görmüyor musun gelen delikanlıyı? Bir evladım olsa ancak bu yaşlarda olurdu, dedi Emine.

Bir anda Rahmi'nin öfkesi gitmiş yerini karısına karşı şefkate bırakmıştı. Ama yine de bu durumdan memnun değildi. Meraklı gözlerle yeni patrona bakıyordu. Yiğit, ufacık kadına baktı bir müddet; boyu 1,60 yoktu. Başında beyaz yazması, yazması rengârenk çiçek oyalı. O konuştukça çiçekler sallanıyor, insanda istemsiz bir gülümsemeye neden oluyordu. Yüzünde yılların verdiği çizgiler, dudaklarının kenarında gözlerine doğru giden çizgiler. Yiğit bir yerde okumuştu; hayatı mutlu geçen insanların kırışıkları dudaklarından kulaklarına doğru olurmuş, sanki gülüyormuş gibi. Mutsuz insanların ise dudaklarından boyunlarına doğru olurmuş, hep somurttur gibi. Emine'ninki ise art arda gülüyormuş gibiydi. Sonradan öğrenecekti hayatındaki kederi.

- Yok mu çoluk çocuk?

- Yok beyim, ben bu karıyı büyüttüm bu da beni. Birbirimizin çocuğu olduk, anası, babası, eşi, dostu. Burayı da yuvamız bildik, insan nasıl kendi evine özenirse biz de özendik.

- Kaç yıldır buradasınız ki?

- 15 yıldır.

- 15 yıl mı? Bu kuş uçmaz, kervan geçmez yerde mi?

- Kim demiş kuş uçmaz diye bey oğulum? Burada ne arasan var; huzur var, sağlık var, vefa var, dedi Emine mavi gözleriyle. Rahmi ters bir bakış attı kadına.

Yok mu çayınız çorbanız? Dedi Yiğit. Sevmiştiişte bu çifti, biraz daha konuşturmak istedi.

MİLATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin