Eve geldiklerinde Melis hastaneden yeni gelmiş, atların koşu alanlarının oraya bir sandalye atmış sırtında şalıyla onları izliyordu. Arabanın yaklaştığını duymadı bile. Yiğit, Melis'i görünce, babasını gömmenin verdiği ağırlığı ile annesiyle yan yana olmanın verdiği huzursuzluğu unuttu. Melis yine kendisini en mutlu hissettiği yerde atlarıylaydı, o da evinde. Annesini kibarlık olsun diye davet etmişti gelmeyeceğini düşünerek. Onunda gelesi tutmuştu. Şu an en son görmek istediği kişi annesiydi. Dört kişilik ailesi ona yetiyordu. Kendine şaşırdı Yiğit, Melis'i de artık ailesi sayıyordu, peki sıfatı neydi?
Bunları düşünürken Melis'in onlara doğru koşar adımlarla yaklaştığını fark etti. Hiç tereddüt etmeden Yiğit'e sarıldı ve bu sefer Yiğit'te ona.
Bu büyük zorluklar yaşayan iki insanın birbirlerine tutunma biçimiydi.
Melis, Yiğit'in yaşadığı kaybı derinden hissediyor, kendi babası aklına geliyordu. Yiğit ise olup bitene karşı şaşkınlık içinde ne yapacağını bilmezken hiç alışkın olmadığı bu sevgi seline artık karşı koyamıyordu. İkisinin de kalbi deli gibi çarpıyor, ikisi de bir diğerinin kalp atışını teninde hissediyordu. Bunu fark ettikleri ilk an ne olduğunu anlamlandıramamış, anlar anlamaz da birbirlerinden ayrılmışlardı. Şimdi sadece gözleri konuşuyordu.
Sevim bu sevgi gösterisinden iğrendi. Daha fazla tahammül edecek gücü kalmayınca "Beni bu hanımla tanıştırmayacak mısın Yiğit?"dedi. Melis'in eşi olduğunu tahmin ediyordu.
İkisi de aynı anda ona baktılar, bu anın büyüsü ancak böyle bozulabilirdi.
- Melis, seni annemle tanıştırayım, Sevim Günaç. Bu da Melis diyebildi Yiğit.
Melis Yiğit'in bir annesi olduğunu yangından sonra öğrenmişti. Onu da kendisi gibi kimsesiz sanmıştı, sonradan öğrenecekti ki gerçekten kendisi gibi kimsesiz olduğunu. Aslında biraz dikkatli baktığında Yiğit'in babasından çok annesine benzediği görülüyordu. Aralarındaki tek ortak nokta da sanki bu gibiymiş geldi Melis'e. Yan yana duruyorlardı ama sanki aralarında kilometreler varmış gibi bir halleri vardı.
- Merhaba Melis, ben annesiyim ama senin kim olduğuna tam olarak anlayamadım. Yiğit bu görgüye sahiptir ama...
Melis çaktırmadan Yiğit'e baktı, Yiğit'in umurunda değildi annesi. Kadının hiçbir şeyden haberi yoktu, hikâyelerini baştan anlatacak gücü bulamadı kendinde:
- Eşiyim Sevim Hanım, evimize hoş geldiniz.
Melis, Yiğit'in bu özel durumlarını Zeliha'ya söylediklerinde nasıl kıvrandığını görmüştü, aynı durumu annesinde de görür müyüm diye ona baktı. Yiğit olan bitenle hiç ilgilenmiyor, saatine bakıyordu." Haydi içeri geçip bir şeyler yiyelim," dedi sadece.
Yemek sanki birbirleriyle barış imzalayan iki düşmanın ilk yemeklerini yiyormuş gibi son derece ciddi geçmişti. Melis bu sessizliğin ölüm sessizliği olmadığını bilecek kadar Yiğit'i tanıyordu. Sevim Hanım bir garipti; tanıştıklarından beri sadece kendini tanıtırken konuşmuş bir daha onunla hiç ilgilenmemişti. Yemek bittiğinde Yiğit annesini eve bırakmayı teklif etmiş, annesi buranın havasını çok temiz bulduğunu söyleyip burada kalacağını ima etmişti.
Yiğit inanılmaz mutsuz olmuştu bu haberden. Kesinlikle yalnız kalmaya ihtiyacı vardı, anasını eyleyecek hiç hali yoktu. Sessizce içilen kahvelerden sonra herkesin tek derdi yatağına gidip yalnız kalmaktı. Sevim Hanım evin küçüklüğünü ima ederken kendisine oda beğenmeye çalışıyordu. Akif beyin odası henüz kullanılacak durumda değildi. Geriye Yiğit ve Melis'in odası kalıyordu. Annesi Melis'in odasına hamle yaptığı anda annesini uyardı: "Orası bizim odamız anne, ben sana benim eski odayı hazırlattım" dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİLAT
RomanceYolunu kaybetmiş iki kırık kalp; biri kendini arıyor. Diğeri kendi gerçekliğini... Önlerinde iki seçenek var; ya kendi karanlıklarında sessiz çığlıklarla kaybolup gidecekler ya da ruhlarını özgür bırakıp aşka teslim olacaklar. Kim bilir belki de bir...