Akşam yemeğinin derdine düşmüştü Emine, bütün gün evin işini görüyor yetmezmiş gibi akşamda yemekle uğraşıyordu. Rahmi öyle mi? O da sabahtan akşama kadar koşturuyor, akşam olunca yorgunluktan bitap düşüp uyuyor, beyefendi yemeğe kalkıyordu. Yemekten sonra ayağına çayı geliyordu. Rahmi'nin mesaisi saat 6da bitiyordu, Emine'ninki ise yatana kadar devam ediyordu. Bütün gece şikayetlenen adam kadının şikayet etmek için bile vakti olmadığını göremiyordu. Bu dünya kesinlikle eşit değildi. "Hiç olmazsa maaşım var, sigortam var" dedi içinden. Önceden karın tokluğuna çalışıyordu. Melis Hanım nihayet yanına gelmiş yanağına bir öpücük kondurmuştu. Saçı yine çiçek kokuyordu hanımının, banyodan yeni çıkmış saçlarını öyle bir tarayıp gelmişti. Üstünde kırmızı elbisesiyle bahar gibi duruyordu. Emine uyardı
- Hanımım yemek kokma şimdi, uzak dur.
- Sofrayı kurayım o zaman, dedi Melis.
- Kolun nasıl oldu, yemekten sonra güzelce vikisle ovayım, sıkıca sardım mı sabaha bir şeyin kalmaz, dedi Emine.
Melis Delikızla normalden fazla gezmiş, eve dönüşte yorgun düşmüştü. Attan inmeye çalışırken Delikız huysuzlanmış, Melis'in başı dönmüş, kendini yerde bulmuştu. Aslında ciddi bir şeyi yoktu ama yaşlı çift ona çok özeniyordu, kıyamıyorlardı resmen. Bu kızcağız bu eve ilk geldiğinde koparılmış bir çiçek gibiydi. Rüzgar esse uçacak, su değse alıp götürecek sanırdı insan. Ağacın filizlenmesi, Şımarık'ın dört nala koşması gibi yavaş yavaş iyileşti Melis. İkisi de biliyordu ki Melis'in gitme vakti yaklaşıyordu. O yüzden her anın kıymeti vardı, bu azıcık vakti neşeyle geçirmek istiyorlardı. Melis ilgiden bunalmış ergen gibi cevap verdi, herkes biliyordu bu ilgiye bayıldığını:
- Çok abarttınız ya, iyiyim ben korkmayın.
- Neden, noldu ki sana? Neyi abartıyorlar? Rahmi! Diye bağırdı Yiğit.
Ne araba sesini ne de kapı sesini duymuşlardı. Adam kanlı canlı karşılarında duruyordu. Yüzü bitkin, rengi solmuş sanki şakaklarına aklar düşmüştü Yiğit'in. Duyduklarının etkisinde yüzünün tam ortasında yarı kaygılı yarı meraklı bir ifade vardı, her şeye rağmen takım elbisesinin içinde göz alıcıydı. Melis, ne kadar olduğunu bilmeden nefesini tutmuştu. Rahmi'nin adını adeta haykırmasıyla kendine geldi. Emine hemen "hoş geldin Yiğit bey oğlum" dedi. Başıyla selamı aldı genç adam. Rahmi yarı uykulu gözlerle beyini görünce utandı, tembellik yaptığı ortaya çıkmıştı. Emine bıyık altından gülüyordu. Yiğit gayet sert bir dille Melis'in hiç duymadığı bir tarzda konuşmaya başladı:
- Ben sana bu çiftlikte olup bitenden haberim olacak demedim mi?
- Dedin beyim.
- Melis'in kolunu incitmesi senin için yeterince önemli değil mi?
Rahmi, Melis'e baktı. Melis panik bir şekilde ben söylemedim der gibi kafasını sağa sola salladı.
- Melis Hanım, evimin çiçeğidir, onun canı yansın benim ciğerim yanar.
- O zaman neden bana haber vermedin Rahmi?
- Beyim attan inerken Delikız dellendi, ayağını yere koyamayınca boşluğa düşer gibi yere düştü. Doktora gidelim dedik ama istemedi.
Yiğit burnundan soluyordu, Melis yaramazlık yapıp başına iş alan çocuklar gibi elini önden bağlamış, herkesin yüzünü inceliyordu. Yiğit'in kendisi için bu kadar endişelenmesi gururunu okşamıştı. Rahmi'nin azar işitmesi şarkı gibi geliyordu ona. Suratında bu ifadeyle Yiğit'e yakalandı. Yiğit, hiç tereddüt etmeden kadının koluna uzandı, sağa sola çevirdi. Eliyle yavaş yavaş sıkıp yüzüne bakıyordu bir acı var mı diye. Melis'in kolunda acı değil de yüreğinde bayram vardı. Yüzü istemsizce mutluluktan kasılıyor, gülümsememek için kendini zor tutuyordu. Muayyene bitip Yiğit Melis'in iyi olduğunu anlayınca bir rahatladı:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİLAT
RomanceYolunu kaybetmiş iki kırık kalp; biri kendini arıyor. Diğeri kendi gerçekliğini... Önlerinde iki seçenek var; ya kendi karanlıklarında sessiz çığlıklarla kaybolup gidecekler ya da ruhlarını özgür bırakıp aşka teslim olacaklar. Kim bilir belki de bir...