Bölüm 34

70 4 0
                                    

Melis, her gün farkında olmadan yaptığı rutininin sonuna gelmiş, apartmanın önünde bir elinde ekmek diğeriyle de anahtar kapıyı açmaya hazırlanıyordu. Arkasında birinin beklediğini hissedince biraz daha hızlandı. Nihayet kapıyı açtığında arkasını döndü, "biraz zaman aldı açmak, kusura bakmayın" diyecekti ki öylece kalakaldı.


Yiğit Melis'i izliyordu, saçları uzamıştı sanki, kilo da vermiş biraz. Sanki aradan yıllar geçmişti, yirmi günlük ayrılıktı altı üstü ama Yiğit'e asır gelmişti. Öyle sessiz tatsız dalgın Melis'i arkadan izlerken Melis'in yüzü belirdi birden. Yiğit hazırlıksız yakalanmıştı, Melis'te...


Melis, gördüğünün Yiğit olduğuna emin olmaya çalıştı ilk. Buraya geldiğinden beri alakalı alakasız yolda gördüğü takım elbiseli tüm adamları Yiğit sanıyordu. Her yüzde Yiğit'i arıyor, o çıkarsa diye panik oluyor çıkmasa hayal kırıklığı yaşıyordu. Her ikisinde de kalbi acıyordu. Karşısında kanlı canlı Yiğit'i görünce önce tereddüt etti, sustu.


Yiğit ise tam tersi hiç susmadan bu yaşına kadar hiç konuşmadığı kadar konuşmak istiyordu. Buraya bunun için gelmişti amma velâkin Melis öyle birden dönüp yüzüne bakınca beyni karıncalanmaya başladı. Sanki baştan ayağa vücudu uyuşuyordu.
Karşısındaki adamı tanımakta zorlanıyordu Melis, hep kendinden emin vakur adam gitmiş, şaşkın ve yıkık bir toy delikanlı gelmişti. Yiğit Melis'in yokluğunda resmen mahvolmuştu. Kibirli bir sevinç kapladı Melis'in bedenini. O yüzden dili ilk açılan o oldu:

- Yiğit! Ne yapıyorsun burada? Evdekiler nasıl? Sen nasılsın?

Yiğit derin bir nefes aldı, sıradan herkes iyi asıl sen nasılsın demek için hazırladı kendini. Sanki bir ömür geçmişti sevdiği kadını görmeyeli, özlem duygusunun verdiği cesaretle yüreğinin kilidi açıldı, kendine bile söyleyemediği hatta böyle düşündüğünün bile farkında olmadığı sözler tek tek döküldü ağzından. Yiğit'in kalbi isyan etmiş, yönetimi eline almıştı. Adına yakışır bir şekilde konuştu:

- İyi değilim Melis! Bir daha iyi olabilir miyim onu da bilmiyorum. Evi, evdekileri soruyorsan eğer, sen gittin gideli ev dilsiz, ben sağır... Sen gidince anladım, bütün evi senin sesin dolduruyormuş. Kimseyi duymaz oldu kulaklarım senin sesine hasretken. Önceden koşa koşa geldiğim eve artık giremez oldum. İçeride senin olmadığını bilmek, eve hiç gitmemekten daha çok acı veriyor. Eve gitmeyince, belki sen ben yokken dönmüşsündür diye umutlanıyorum. O umut beni bir gece olsun uyutabiliyor. Uyumadığım geceler pişmanlıklar sarıyor beni. Çok geç kaldım, emin olmak istedim ben. Tek bir şansım vardı senin üstünde. Onu mahvetmek istemedim, bilemedim yok edeceğimi. İstedim ki mecbur hissetmeden, zorunda olmadan olsun bir şeyler. Gittiğinde sandım ki emin olunca bana dönersin. Gelmediğin her gece ızdıraba döndü. Sandım ki bensiz yapamazsın, asıl ben sensiz yapamıyorum Melis. Meğerse her sabah gülüşünle güneş doğuyormuş, gece zaten gözlerin... Ne günüm oldu ne gecem, uyku zaten haram, kulaklarım sağır, yüreğim dilsiz, ben sensiz... Kısacası çok yorgunum Melis, sen nasılsın? Uyuyabiliyor musun?

Melis, karşısında transa geçmiş gibi sayıklayan adam gerçekten Yiğit mi diye gözlerini açıp kapattı birkaç kere. Karşısındaki hiç şüphesiz Yiğit'ti. Sonra adamın söylediklerini kafasından tekrar etti, yanlış duyuyorum, duymak istediklerimi duyuyorum diye düşündü. Gündüz vakti hayal gördüğünü bile düşündü. Hayır, karşısındaki adam Yiğit'ti ve tabiri caizse köpek gibi pişmandı. Adamın boynuna atlamamak için kendini tuttu. Bu kadar çabuk affetmemeliydi onu, belki bu kadar sevmemiş olsa hiç affetmeyebilirdi de. Kaybetme korkusunu sonuna kadar yaşamalıydı ki bir daha böyle bir risk almaya cesaret edemesin. Onu evinden, Delikızından, Emine'sinden ayrı düşürmenin cezasını çekmeliydi. Öyle müdür odasında korkudan hatalarını art arda sıralayan haylaz öğrenci gibi özür dilemekle kurtulamazdı. Melis, Yiğit'in söylediği her kelimeye itimat ediyordu, ama kalbi istiyordu ki daha çok yansın. Yaralı kalbi karşısındaki kalpte kanasın istiyordu, ancak böyle beraber iyileşebilirlerdi. Yiğit konuşurken hayretler içinde olan suratı birden karardı:

- Ben çok iyiyim, teşekkür ederim. Gayette güzel uyuyorum. Deniz havasını özlemişim, her sabah yü.....

Melis sözünü bitirmeden Yiğit araya girdi:

- Her sabah erkenden kalkıp sahile iniyorsun. Bir müddet denizi izliyorsun, boğaz havasını ciğerlerine çekip koşmaya başlıyorsun. Ne zaman ki fırından simit kokusu geliyor, koşuyu bırakıyorsun. Sanki o kadar koşan sen değilmişsin gibi simitleri dolduruyorsun poşetine. Sonra yaşlı amcayla laflıyorsun, adam her seferinde çok heyecanlanıyor. Gazetelerini alıp adama el sallıyorsun, burnunun dibindeki insana niye el sallar ki insan? Bir gazete elinde yürüyerek okumaya çalışıyorsun, arada simitlerden tırtıklıyorsun. Derken berberin köpeği yapışıyor ayağına. Çaktırmadan önüne simit atıyorsun. Haberin olsun dükkândakiler farkında köpeğe ekmek verdiğinin ama ses etmiyorlar. Sonra eve geçip kahvaltı tepsisiyle balkona çıkıyorsun. Sonrası yok, hep evdesin, muhtemelen çalışıyorsun.

Melis'in gözler yine kocaman olmuş karşısındaki adamı dinliyordu. Bu kadarını beklemiyordu açıkçası. Birinin onu bu denli izlemesi rahatsız ediciydi. Kendinin bile farkında olmadığı ayrıntılar veriyordu Yiğit. Ağzı açık kaldı sandı bir an, hemen dudaklarını ısırdı. Yiğit susmuyordu:

- Dön, sadece kendi duygularından emin olduğun için değil, seni deli gibi seven adamın yavaş yavaş eridiğini bildiğin için dön. Dönmesen de bil, ben hep seni bekleyeceğim.

Yiğit arkasını dönüp gitti. Melis şaşkınlığını yenebildiği an yine bir öfkeye kapıldı. Bağırıp çağırmadan sözleriyle adamı pişman edecek sonra da arkasına bakmadan eve çıkacaktı. Yiğit'te arkasından koşacak yalvaracaktı. Olaylar yine istediği gibi gelişmemişti. Yiğit ağlayıp sızlamadan pişmanlıklarını anlattı, özrünü diledi. Onu beklediğini söyleyip arkasını dönüp gitti. Yiğit Günaç, kesinlikle aşık olunası bir adamdı. Perişan halde af dilerken bile karizması zirvedeydi. Kalbi doğru adamda emanetti. Onu affedecekti ama önce kendini toparlamalı, sapasağlam çıkmalıydı onun karşısına. Hala kırılgandı ama gururu bugün tavan yapmıştı.

Yiğit arabaya kendini attığında elleri titriyordu. O lafları nereden biliyordu, nasıl söyledi anlamadı. Bir anda dilinden dökülüvermişti. Melis'e karşı hissettikleri sandığından daha derindi. Arabayı çalıştırırken babasının ona anlattığı bir hikâye aklına geldi:

Bir tüccar aldığı borcu bir türlü ödeyemiyormuş, utancından borç aldığı adama da söyleyemiyormuş. Öyle bir hal almış ki adam derdinden erimiş, sararmış, kurumuş. Sırtında bu yük, herkes adama acır olmuş. Artık dayanamaz olduğunda bulmuş mal sahibini anlatmış derdini. Derdimi biliyorsun artık, ben ne yapacağımı bilmez oldum biraz da sen taşı bu yükü demiş.

Yiğit, pişmanlıklarıyla taşıdığı bu yükü Melis'e vermiş kendi hafif dönmüştü eve. Bundan sonrası Melis'e kalmıştı, biraz da o düşünsün dedi Yiğit. Kendini dinlediğinde en ufak bir pişmanlık yoktu içinde. Ne söyleyeceğini bilmez bir biçimde çıkmıştı sevdiği kadının karşısına. Onu görünce dili değil kalbi açılmıştı resmen. O kadar zamandır içinde tuttuğu paramparça kelimelerin birleşince bu kadar manalı olmasının tek sebebi aşktı. Melis ona gelecekti, hiç şüphesi yoktu. Geldiği gün Yiğit geçmişindeki bütün can kırıklarını çöpe atıp Melis'le dolacaktı. Varsın onu Melis üzsün, Melis bekletsin razıydı.

MİLATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin