Bölüm 13

83 5 0
                                    


Beklenen gece nihayet gelmişti; Melis'in "Delikız'ı" nihayet yükünden kurtulacaktı. Melis haricinde herkes atın başındaydı. Yiğit heyecanla merdivenleri çıktı, Melis'in kapısını tıklattı. Hiçbir ses duymayınca bir yandan daha hızlı kapıya vurup bir yandan da Melis diye seslenmeye başladı. Melis korkuyla yataktan sıçradı. Yiğit'in kapısını sert bir şekilde yumruklayıp bağırmasından korkmuştu. Bu kibar adama ne olmuştu? Acaba fikri mi değişmiş, Melis'ten faydalanmaya mı karar vermişti? Derken Yiğit'in ama doğumu kaçırırsan çok üzülürsün diyişini duydu. Yataktan nasıl kalktı, kapıyı açıp nasıl koştu bilmiyordu. Yiğit önünden bir karartının geçtiğini gördü sadece. Odaya girip üstünden çıkarmadığı siyah hırkasını buldu.

Yiğit'le Melis yerde yarı uzanmış atı izlerken biraz sonra olacaklardan habersizlerdi. At devamlı etrafında dönüyor, bir ileri bir geri yürüyordu. Yüzünde bir gerginlik vardı. Derken at kendini yavaşça yere bıraktı, olduğu yerde bir sağa yuvarlandı bir sola, aynı anda herkeste bir hareketlilik başladı. Yiğit ve Melis bir canlının doğaya gelişini ilk defa seyrediyordu. Melis, Delikızının acısını kalbinden hissetti, ne kadar güçlüsün güzel kızım, dayan diyordu. Yiğit ise tam bir şok geçiriyordu. Doğumun mucizevî olduğunu biliyordu ama asıl mucize dişinin ta kendisiydi. Acılarını yaşarken hala yavrusu için debeleniyordu. Derken tayın önce ön ayakları çıktı kafasını çıkaracak alanı açarken, sonra da tüm vücudu biraz veterinerin yardımıyla bir anda kayıp geldi. Delikız çok yorgun düşmüştü ama aklı yavrusundaydı. Gözleriyle onu izliyordu. Veteriner, upuzun eldivenleriyle tayın üzerindeki plasentadan yavruyu kurtardı. Tay, hala kendini annesinin karnında sanıyordu, öyle kıpırdamadan yattı birkaç saniye. Bir anda özgürlüğü hissetti; başını kaldırdı sağa sola baktı. Ayaklarını savurdu. Bu an tay için kritikti. Hayata yeni adım atmış bu yavrucağız, kendi kendine ayağa kalkması, annesinin memelerini bulması gerekti. Hamit, yeni doğan yavruları çok elzem olmadan biberonla beslemeye karşıydı. Bu ilk an hayvanın doğasına uygun olmalıydı ancak bu şekilde gerçek anlamda hayatta kalabilirdi. Herkesin gözü tayda zamanın nasıl geçtiğini bilmiyordu. Derken tay hamlesini yaptı, bir ayağını yere koydu arkasından ikincisi derken yere düştü. Tekrar tekrar tekrar düştü ama asla vazgeçmedi. En sonunda dört ayağının üstündeydi, tir tir titriyordu, düşmemek için çok çaba harcıyordu. İlk adımlarını annesine doğru yaptı fakat yalpaladı. Hemen kendini doğrulttu ve nihayet annesine ulaştı.

- Melis Hanım, oğlumuzun sütannesi olmak ister misiniz? Dedi Hamit.

Melis boş gözlerle ona baktı, Hamit tayı annesinin memelerine yapıştırdı. Yavru memeyi kavramakta çok zorlanıyor, Hamit'te eliyle onu destekliyordu. Melis koşarak gitti Delikızın yanına. Göz yaşlarına hakim olamadı, bu sefer mutluluktan ağladı. Gözleri istemsizce Yiğit'e kaydı. Yiğit bambaşka bir alemde sanki karanlıklar içindeydi. 

Bu doğum iki insanın ruhunda farklı yollar açmıştı:

Melis, kendini bu tayın yerine koydu, onun gibi burada yeniden doğmuştu. Tek başına doğrulacak arada düşse de hatta tekrar düşse de asla pes etmeyecekti. En nihayetinde dört ayağının üstünde tek başına gururla duracaktı.

Yiğit ise yeni doğan tayla adeta kendi doğumuna gitmişti. Acaba annesi de onun için bu kadar acı çekmiş, o doğduktan sonra "Delikız" gibi endişeyle ona bakmış mıydı? Annesi Yiğit'in en derin yarasıydı. Annesi onu hiç sevmemiş, dört yaşına gelene kadar dadısını annesi sanmıştı. Bir hayvan bile içgüdüleriyle yavrusuna sahip çıkarken annesi nasıl bu kadar taş kalpli olabilmişti. Annesi Yiğit'e kaç yaşına gelirse gelsin her zaman yüzünü buruşturarak bakmıştı. Yüzünün aldığı o şekil Yiğit'in küçücük kalbine kazınmış, büyüdükçe resim kaybolmuş fakat derin izler bırakmıştı. Yiğit, bu durumu araştırmıştı lise yıllarında. Loğusa depresyonu, Postpartum psikozu gibi şeyler okumuştu. Okuduğu şeyler yaşadığı şeylere teselli olamamıştı. Annesiyle, babası hastanede yatarken yüzleşmiş, onu daha da uçuruma sürükleyecek şeyler duymuştu. Bu annesiyle son konuşmasıydı. Mehmet Bey tam da bu zamanlar hayatına girmişti. İyi ki de girmişti! Sonra babası geldi aklına. Babası bir oğlu olduğu için her zaman gururlanmıştı. Yiğit'in her istediğini yapmış, çocuğun mutluluğunu çocukken oyuncaklarla, büyüyünce ise okul taksitleriyle satın almıştı. Babası attan düşüp hastanede yatarken aklına babasıyla başa başa geçirdiği tek bir güzel gün gelmedi. Babasına kızgınlığı bu yüzdendi: 

Onu, kalpsiz karısının insafına bırakmıştı. 

Öte yandan Delikız'a bakınca annesi değil de babası gelmişti aklına. Babası da yerde yatan at gibi daha güçlü olsun diye yavrusuna hep uzaktan izlemiş, ne zaman ihtiyaç duysa yardımına koşmuştu. O da kendi dilinde oğlunu böyle sevmişti. Birden babası için bir ateş yandı yüreğinde. Yüreğinin yarısı hafiflemişti çünkü babasını affetmişti. Birden "Rahmi" diye bağırdı. Herkes yerinden bir sıçradı, meraklı gözlerle Yiğit'e baktı. Rahmi ise koşarak beyinin yanına gitti.

- Melis hanımın karşısındaki odayı hazırla, babamı çiftliğe getireceğim dedi. Melis'e bakarak burası herkese iyi geliyor diye ekledi.

Uzun yıllar kaymak tabakaya çalışan Rahmi, onların yer zaman dinlemeyen taleplerine alışkındı. Hiç es vermeden cevap verdi:

- Sen hazırlandı bil beyim.

Melis mutluluğun formülünü bulmuş gibi adeta havalarda uçuyordu. Bu doğum ona bir umut, bir çıkış kapısı vermişti. Onun varlığıyla çiftlikteki yalnızlığı sanki son bulmuştu, göğsüne baskı yapan belirsizlikler sanki aydınlanmıştı. Her şeye yeniden başlanabilirdi. Bir kere küllerinden doğmak diye bir laf vardı, kesinlikle kendisi için söylenmişti. Artık kendine bir yol haritası çizmesi için cesaret gelmişti. Gözlerini yeni doğan taya dikmiş bunları düşünüyordu, Hamit'te onu. Zamanı kalmamıştı, solgun çiçeği koklayamamıştı. Yiğit hergelesinin kendisini bir daha çağırmayacağını da adı gibi biliyordu. Sırtlan son hamlesini yapmak zorunda kalmıştı. 

MİLATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin