Her insanın yaşadıklarını göğüslemesi, zamana bırakıp sindirmesi bambaşkadır. Acıyla kederle büyüyen bir insan merhametli olabiliyor, katilde. Sindirdiği gerçekler o kişiyi âlim de yapabiliyor zalimde. Bu biraz herkesin aynı nesneye bakıp ayrı çıkarımlar yapması gibi birşeydi. Yiğit ise kendi ruhundaki savaştan kesinlikle galip çıkmıştı; derin yaraları vardı belki, bu yaraların irini akıp çoğu zaman onu zehirlemişti de. Ama hiçbir zaman nefret ettiği onu bu hale getiren insanlara benzememişti. Onlar gibi zalim olmamış tam aksine insanlığı el verdikçe hep iyi olanın yanında durmaya çalışmıştı.
Yiğit, tecrübe ettiği tüm kötü anılara dayanmanın mükâfatını Melis olarak görüyordu. Bir insana bu kadar bağlanmak kendini adamak çok daha büyük yıkımlara neden olabilirdi. Eğer canı yanacaksa aşktan, daha çok yansın istedi. Eğer biri yakacaksa bu ateşi, yakan Melis olsun istedi. Razıydı onunla yazılan kadere; hayatının yarısı umutsuz geçmişti, diğer yarısı bir gün bile olsa Melis'le olsun, kalanı o tek günle avunsun, kabulüydü. Yeter ki Melis te istesin, onun kadar onun gibi istesin istiyordu. Benim aşkım ikimize de yeter lafı tam bir fiyasko idi onun için, tek kişilik aşk meczup ederdi insanı, karşılıklı olan ise mecnun. Leylayı istemiyordu Yiğit, Melis kendi gibi mecnun olsun istiyordu. Yapacaktı, bunun için çabalayacak, Melis'in yüreğini kendisininkiyle mühürleyecekti. Onun aklı da fikri de artık Melis'ti.
Melis Yiğit'i artık gerçekten görebiliyordu. Olduğu haliyle, inişleriyle çıkışlarıyla kabul ediyordu. Melis artık Yiğit'ten emindi. Fırtınalı geceden sonra işler bambaşka bir yöne girmişti, Yiğit rakibinin sırasını bekleyemeyen sabırsız satranç oyuncusu gibi art arda Melis'e saldırıyordu. Yiğit'in kararlılığı, azmi Melis'in hoşuna gitse de ağırdan almakta ısrarcıydı. Hayat çok değişkendi, başlarda savunma Yiğit'teyken şimdi Melis kendini kolluyordu. Bu durum Emine'yle Rahmi'ye seyir zevki yüksek bir tiyatroya dönüşüyordu.
Fırtınalı gecenin sabahı mesela Yiğit gözlerini açtığında Melis'in gittiğinden adı gibi emindi, olması gereken gitmekti, kalmak değildi çünkü. Yiğit o sabah Emine'den önce mutfağa inmiş, onun önlüğünü takmış kahvaltıya girişmişti. Emine onu görünce dakikalarca güldü, yardım etmeye çalıştı, Yiğit'in tatlı azarıyla kenara çekildi. Yine dayanamadı emektar kadın, sofrayı kurup çayı demledi Yiğit'i izlerken. Yiğit Melis'in seveceğini düşünerek pankek yapıyordu. Bir yandan da başında kırk yıllık gurme olan Emine'yle mücadele veriyordu. Emine tüm küçümser tavrıyla:- Şimdi bu akıtma değil de pannek mi?
- Pankek maviş, pan kek.
- He bu Amarikalılar keki fırına atmıyor da tava da becerebiliyorlar, he mi?
- He Emine he.
- Aç kaldık desene bu sabah.
Melis, Yiğit'in sesini duyunca kaşlarını çattı, bu saatte pek adeti değildi kalkmak. Emine'yle atışması da cabasıydı. Mutfağa girip tam günaydın diyecekti ki gülme krizine tutuldu. Yiğit ağzı burnu saçı una bulanmış, Emine'nin önlüğü boynunda elinde tavayla kafasındaki Yiğit'e ters düşüyordu. Yiğit'le Emine ona dönünce ağzını kapattı hemen, Yiğit'i baştan ayağı bir süzdü, Emine'nin bakışlarını yakalayanca yine başladı kriz. Yiğit'te gülümsedi, "gülün gülün" dedi. "Kimseye vermeyeceğim bu pankekleri, hepsini ben yiyeceğim." Emine kontrolünü kaybedeceğini anladı, eliyle ağzını kapatarak kaçtı Yiğit'in sitemlerinden. Melis pankek lafını duyunca dikkat kesildi. En son ne zaman yedi bilmiyordu. Açıkçası hiç özlememişti. Emine'nin her şeyi doğal olan köy kahvaltısının yerini hiçbir şey tutamazdı. Melis bu pankeklerin sahibinin kendisi olduğunu anladı. Yiğit'in yanına gitti, Yiğit yirmiyi geçkin pankek yapmıştı bile.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİLAT
RomanceYolunu kaybetmiş iki kırık kalp; biri kendini arıyor. Diğeri kendi gerçekliğini... Önlerinde iki seçenek var; ya kendi karanlıklarında sessiz çığlıklarla kaybolup gidecekler ya da ruhlarını özgür bırakıp aşka teslim olacaklar. Kim bilir belki de bir...