Yiğit eve dönüş yolunda kara kara düşünüyordu fakat hala net bir karara varamamıştı. Bir gece kalabilmişti Melis'ten uzakta, bu bile bir şeylerin göstergesiydi. Yiğit o kadar kördü ki bunu göremiyordu. Kendi korkularının eline esir düşmüş, kaçış kapısı ardına kadar açıkken kaçamıyordu. Beyni biraz daha kalsa mantıklı bir karar vereceğini söylüyordu. Zaten apar topar kaçar gibi, ne gibisi kaçıp gitmişti. Melis'e yeterince ayıp olmuştu. Onun gönlünü bir şekilde alması gerekiyordu. Melis'i tanıdıysa eğer bu mevzuları kesin açardı. O zamanda böyle kaçıp gidemezdi. Kafasındaki belirsizlik onun daha çok hata yapmasına neden oluyordu. Bir yanı arabadan inip uçar gibi Melis'e gitmek istiyordu, diğer yanı arabayı tam ters istikamete sürüp en uzak yere kaçmak istiyordu.
Eve vardığında hava yeni kararmış, zaten sessiz olan çiftlik mateme bürünmüş onu bekliyordu. Aynada saçını başını düzeltti. Kapıyı çalmadan evine girdi, bu saatler akşam yemeği saatiydi. Melis'in sesini duymamasına aldırış etmeden mutfağa yöneldi. Masanın başındaki emektarları karalar bağlamış halde bulunca kalbine bir yumruk indi. Ev sahibine kimse hoş geldin demiyordu, hoş gelmedin de. Hoş ta gitmemişti zaten. Yiğit Melis'in gittiğini bu iki çiftin suçlayıcı bakışlarından anladı. Eline ilk gelen sandalyeyi sürükledi. "Neden haber vermediniz?, diye sorabildi sadece. Emine tüm ciddiyetiyle cevapladı:
- Ne bekliyordun beyim, avuçlarını açıp sevgini dilenmesini mi?
*********************************
İlk gece en zoru derler, büyük yalan.
Yiğit, Melis'in gitmesiyle sanki üstünden büyük bir yük kalkmış gibi rahatlamıştı. Artık bir karar vermesine, devamlı kendini yoklamasına gerek kalmamıştı. Eski haline dönebilirdi; her sabah işine gider gelir, çiftlikte at biner, evin sakinleriyle iki laf ederdi. Bu aşk meşk işleri kesinlikle ona göre değildi. İleride çocuk sahibi olmaya karar verirse kendine uygun birini bulup evlenirdi. Kafası bu düşüncelerle rahatlamış, uyuyabilmişti sonunda.
Sabah kalktığında gözünü açmadan Melis'in sureti geldi gözünün önüne. Hemen kalktı yatağından, üstünü başını düzeltip kahvaltıya indi. Melis'in kapısı açıktı demek ki o çoktan inmişti. Mutfakta Rahmi ve Emine evin beyini beklerken fısır fısır konuşuyorlardı. Melis yerinde yoktu, bardağı da konulmamıştı. İlgilenmemiş gibi yapıp ciddi bir tavırla sordu:- Melis Hanım Delikız'ın yanında mı?
Emine ve Rahmi beylerini duymamış gibi kaşlarını çattılar. Rahmi'nin lokması resmen boğazında durdu. Emine hiçbir şey yemiyordu, beyini görünce sinirleri tekrar oynadı, bütün bu olanlar için onu suçluyordu. Birinin gerçekleri bu adamın suratına çarpması gerekiyordu, hemen gönüllü oldu:
- Beyim, Melis Hanım gitti ya!
Yiğit'in aklına uyumadan önce kendine söylediği son cümleler geldi. Beyni rahatlamamış aksine ardından gelecek gerçekler için kendini koruma altına alıp kapatmıştı.
Melis'in artık hayatında olmaması, her sabah güne gülen bir çift gözsüz başlamak demekti. Onun havasına kapılamayacak, güneş saçlarına vurmayacaktı. Delikız artık akıllanacaktı. Yüreğinin tam ortasına koca bir taş oturdu, midesine bir kramp girdi. Gerçekler resmen tokatlamıştı onu. Bir şey demeden sessizce ahıra gitti, Delikız'a sımsıkı sarıldı. " Sen öksüz, ben güneşsiz kaldım" dedi.
![](https://img.wattpad.com/cover/202273337-288-k103356.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİLAT
RomanceYolunu kaybetmiş iki kırık kalp; biri kendini arıyor. Diğeri kendi gerçekliğini... Önlerinde iki seçenek var; ya kendi karanlıklarında sessiz çığlıklarla kaybolup gidecekler ya da ruhlarını özgür bırakıp aşka teslim olacaklar. Kim bilir belki de bir...