Melis hava durumu tahminini hemen penceresinin önündeki ağaçta yaşayan kuşlardan yapıyordu. Hava güzel olacaksa yaz kış fark etmez, kuşlar cıvıl cıvıl öterdi. Onların sesini duyduğu sabahlar Melis sevinçle açardı gözlerini. Günü güzel geçecek demekti. Bugün de kuşlar tüm neşeleriyle en güzel şarkılarını söylüyorlardı. Melis gözlerini açmadan sanki dillerinden anlarmış gibi onları dinledi. Kalkmak için arkasını döndüğünde Yiğit'i gördü. Çığlık atmamak için elleriyle ağzını tuttu ama istemsiz bir hii sesi çıkmıştı ağzından.
Hiç alışkın olmadığı sesi kulağında duyan Yiğit kaşları çatık açtı gözlerini. Melis'i yanında boylu boyunca görünce resmen gevşedi. Kadının suratından yakalandığını anlamıştı, pervasızca laf attı:
- Melis Hanım, yolunuzu mu şaşırdınız? Odamı, yatağımı şenlendirdiniz orası ayrı.
Melis istemsizce odaya baktı, burası onun odasıydı.
- Birisi yolunu şaşırmış, orası kesin. Bak bakalım şöyle bir kim odasını yatağını karıştırmış?
Bu sefer Yiğit'teydi odayı süzme sırası. Yolunu şaşıran kendisiydi. Biraz düşününce ayaklarının titremesi geldi ilk aklına. Bozuntuya vermeden:
- Sen bırakmadın beni, aşağıda uyuyakalmışsın. Odana getirdim, yakaladın elimi, gitme lütfen, beraber uyuyalım dedin.
Yiğit, Melis'in her iki elini kavramış konuşmaya devam ediyordu.
- Doğru olmaz, çok uykulusun Melis. Kendinde değilsin, bunu daha sonra konuşalım dedim ama ne çare. Çektin beni tam buraya, kendini de göğsüme hapsettin uyudun.
Melis, olmayı en çok sevdiği yerde, Yiğit'in tam kalbinin üstündeydi. Kalp atışları kulağında, elleri ellerindeydi. Konuşmadan ama birbirlerini sarıp sarmalayarak öylece uzandılar. Melis'in aklına Emine geldi.
- Neden gönderdin Mavişleri? Yoksa baş başa kalalım diye mi yaptın?
Yiğit, bunu niye akıl edemedim diye düşündü. Kendi planına sadık kalmalıydı, son dakika yapılan değişiklikler işleri karıştırabilirdi.
- Akraba mevzusu varmış, bu sayede baş başa kaldık cidden. Emine evde olsaydı, şimdiye odanın ortasında basardı bizi.
Eski hatıralar gözlerinde canlanınca ikisi de kıkırdadılar. Yiğit her anı lehine çevirme derdinde Melis'i kendine doğru çekecekti ki Melis birden ayaklandı. Daha soracakları bitmemişti:
- Dün akşamki afra tafra neydi Yiğit Bey? Bana posta koymalar, sen git diyip yollamalar. Burnuma kötü kokular geliyor haberin olsun.
- Ne afra tafrası, ben senin çirkin imana kızdım. Ne demek gece gece ne işler karıştırıyorsun. Benim gözüm senden başkasını görmez artık anla! Senin kokunla dolmuş ciğerlerim, başka nefes çekmez, anla! Ellerimi kalbin ısıtır, başkası dert olur anla artık be kadın!
- Son zamanlarda biraz mesafelisin ama, sen de bunu anla. Önce kendine ilgine alıştırıp sonra normal vatandaş muamelesi yapamazsın, olmaz.
Yiğit, olayı daha fazla uzatmak istemedi, kalbi kırık kadına kocaman bir öpücük verdi.
- Bu kırılan kalbi tamir etme mahiyetindeydi, sırada günaydın sevgilim var, dedi.
İkinci öpücük tüm sorunları çözmüştü. Melis'in başında kavak yelleri, Yiğit'in aklı yerinde bile değildi. Bakışlarından Mecnun modun geldiği anlaşılıyordu.
- Seni sevmek çok güzel Melis, biliyor musun?
- Bilmiyorum, anlatsana biraz.
- Güneş daha sıcak mesela, kışın bile üşümüyorsun. Çiçekler daha güzel kokuyor, şarkılar daha anlamlı çünkü içinde sen varsın. Senden öncesi nefes alıp vermekten ibaretmiş, yavan bir hayata tuz atıp tatlandırma çabasıymış benimki. Kat kat giyip yine de üşümekmiş. Her mevsimi yaşayıp hangi mevsimde olduğunu bilmemekmiş. Senden öncesini yaşamasam senli günleri hiç anlayamayacakmışım.
Melis her bir cümlenin öznesi olmaktan çok mutlu şımarmamak için kendini tutuyordu ama ağzının kontrolsüz bir biçimde sağa sola kasılıp kocaman bir gülümseme olmasını engelleyemiyordu, engellemek istemiyordu. Şu hayattan aldığı bir ders varsa eğer o da; yaşanan anın her saniyesi çok değerli olmasıydı, eğer kalpten kalbe bir mesaj varsa o konuşmada, içinden gelenleri özgür bırakmak en doğru olandı. Çünkü onlar en sahici duygulardı. Bıraktı kaslarını özgürce, gerim gerim gerildi dudakları. Sonra kendiliğinden açıldı;
- Peki sen biliyor musun Yiğit Bey, ben senden önce hep gönül çelendim. Senle bir duruldum. Usul usul bekledim sen de beni gör diye, gönlümü çal diye. Benim gönül çelenim ol diye.
Boşuna dememişler Allahın hakkı üçtür diye. Tam üçüncü öpücük geliyordu ki Yiğit'in telefonu çalmaya başladı. Başta duymazdan geldiler fakat arayan çok ısrarcıydı. O telefon açılana kadar işin peşini bırakmayacaktı. Yiğit saydırarak cep telefonunu cebinden çıkardığında hemen Melis'e baktı. Ekranda Ayhan beyin adı yazıyordu. Melis'i önce heyecan sardı, baba yarısıydı Ayhan amcası. Sonra korku kapladı, acaba ters bir durum mu vardı?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİLAT
RomansaYolunu kaybetmiş iki kırık kalp; biri kendini arıyor. Diğeri kendi gerçekliğini... Önlerinde iki seçenek var; ya kendi karanlıklarında sessiz çığlıklarla kaybolup gidecekler ya da ruhlarını özgür bırakıp aşka teslim olacaklar. Kim bilir belki de bir...