Yiğit resmen Melis'ten sakınıyordu; evde daha az kalmaya her fırsatta İstanbul'a kaçmaya gayret ediyordu. Beraber vakit geçirecekleri zamanı olabildiğince aza düşürmüştü. Melis Yiğit'in olayı abarttığını düşünüyor, erkeklik gururu çiğnendiği için böyle davrandığını düşünüyordu.
Yanılıyordu.
Yiğit, Mehmet beyin durmadan anlattığın kızın nasıl bu kadar çabuk boyun eğebildiğine inanamıyordu. Çok iyi bir kadın hakları savunucusudur kızım derdi Mehmet. Daha kendi hakkını savunamamıştı. Bu ülkedeki diğer kadınlar gibi ve onlar kadar korkup sineye çekmişti yaşadığı saldırıyı. Hem de %100 haklıyken, hem şahitleri varken, hem de evin ahalisi onun yanındayken. Eskiden kalma bir kibirle gururuna yenik düşmüştü. Halbuki şu an yaşadıklarında kendisinin hiçbir suçu yoktu, kendisi kurbandı. Kendisi için endişelenmeyen, bir kere bile arayıp sormayan, babasının cenazesine bile gelmeyen insanların ona acımasından utanıyordu. Acımakta bir hissiyattı ve arkadaşım dediği insanların bırak Melis'e acımayı onların umurlarında bile olmadığını düşünüyordu. Bu yüzden öfkeleniyor, onu kırmamak için uzak duruyordu.
Bir diğer neden ise Zeliş'ti.
Artık ona bir açıklama yapma zamanı gelmişti. Zeliş, Mehmet beyle arasının çok iyi bildiği için Yiğit'in bir nevi yas dönemi geçirdiğini düşünüyor o yüzden üstüne gitmiyordu. Fakat ortalıkta da bir dedikodu dönüyordu. Bu ortamı çok iyi tanıyan Zeliş, dedikoduların boş çıkma ihtimalinin düşük olduğunu biliyordu. Yiğit'i de sıkboğaz etmek istemiyor ama içi içini yiyordu. Zeliş eğlence insanıydı. Yiğit'in bu büyük kaybı için baş sağlığı dilemiş, istediği vakit yanındayım ama böyle zamanlarda yalnız kalmayı tercih ettiğini biliyorum ve bu düşüncene saygı duyuyorum diye mesaj atmış karşılığında sadece teşekkür ederim cevabı almıştı. Yiğit zaten çok konuşan bir adam olmadığından bu duruma çok takılmamış, bunalım çekemem zaten diyip hayatına devam etmişti. Fakat ortalıkta Mehmet beyin kızıyla evlendiğine dair laflar dönüyordu. Böyle bir şey kabul edilemezdi. Keşke bu kadar başıboş bırakmasaydım adamı diye düşündü. Hiç sevmediği o çiftlik evine gitmesi gerektiğini anlamıştı. Zeliş'e göre orası cehennemden önceki son duraktı, resmen insandan yalıtılmış, hiçbir yer köyüydü. Çalışanlar ayrı avamdı zaten.
Son çare olarak olayların birinci kaynağı Yiğit'i aramış duydukları karşısında resmen bozguna uğramıştı. Konuşulanlar dedikodu değildi ve çok hızlı gelişmişti. Bu sürecin ne kadar süreceği belli olmadığı için seni de germek istemedim demişti Yiğit. Zeliş tek kelime etmeden telefonu adamın yüzüne kapatmıştı. Öfke kontrolünü kaybediyordu ve işler zıvanadan çıkıyordu.
Yiğit kaç gündür Zeliş'in onu aramasını bekliyordu. Bunun gerginliği de olan biten her şeye anında sinirlenmesine neden oluyordu. Birden Rahmi'nin sesiyle derin daldığı düşüncelerden uyandı.
- Beyim babanızı getirdiler.
Tayın doğumundan sonra aldığı kararı hemen uygulamış, önce babasının odasını hastane odasının birebiri olarak yaptırmıştı. Odanın pencere kısmını genişletmiş, kocaman bir camekân yaptırmıştı. Hiçbir şeyin farkında olmayan Akif Bey, yattığı yerden dağlara uzanan ormanı görebiliyor, tayın annesi babasıyla oynaşmasını seyredebiliyordu. Bunu babasına son bir görev olarak düşünmüştü Yiğit.
İlginç şekilde babasını odada yatarken görmek ona iyi gelmişti. Elinden tutup "seni afettim baba dedi. Biliyor musun yüreğim daha hafif, bir yükünü daha bıraktı. Seninle hesabımı bitirdim, darısı diğerlerinin başına" dedi. Haftada bir hemşire gelip hastayı kontrol ediyor, değerlerine bakıyordu. Emine her gün odayı siliyordu, sanki büyük bey ayaklanıp ona kızacak sanıyordu. Adamın ölü mü diri mi olduğuna bir türlü karar veremiyordu.
Melis Akif beyin odaya yerleşmesini izlerken kendi haline tekrar üzüldü. Bu adamdan tek farkı yataktan dışarı bahçeye çıkabiliyor olmasıydı. Avukat Ayhan beyi bekliyordu sabırsızlıkla, ona göre bir program yapacaktı. Neyi nasıl yapar bilmiyordu ama emin olduğu tek şey bu çiftliği terk edecekti. Aklına şımarığın doğumu geldi. Taya bu isimi vermişlerdi: Şımarık. Herkesin ortak kararıydı bu. Tay herkesten gördüğü büyük ilginin farkındaydı sanki durmadan hoplayıp zıplıyor, devamlı oyun kuruyordu. Onu bırakmak çok zor olacak diye düşündü, hele Delikızını. Gençliğinin zirvesindeki kısrak çabuk ayaklanmıştı ve nihayet Melis'le gezintilere çıkmaya başlamıştı. Melis onu severken elini hep kısrağın kalbinin üstüne koyar kendi yüreğinde de aynı ateşi hissederdi. Delikızla adeta bir bütün olmuşlardı. Onları tekrar görmeme korkusu yüreğine düşünce yüreği alev alıyordu. Emine vardı bir de, ama onu telefonla arar ara sıra kaçırırım. O kadarını sorun etmez herhalde Yiğit diye düşündü. Ne de olsa Emine yetişkin bir insandı. Ayhan amca bir gelsin, bir çaresine bakacağım diye düşündü. Gidip şu şımarıkla Delikızın oyununu bozayım dedi. Koşar adım ana oğlun yanında bitmişti bile.
Bu an sadece Melis'e aitti; bir şairin şiir yazması, bir ressamın resim yapması gibi kendini kaybediyordu bu ikilinin yanında. Sanki onlardan biri oluyordu, belki de derinlerdeki küçük Melis ortaya çıkıyordu. Saf mutluluğu bilen, gülerken samimi olan Melis. Ana oğul, Melis'i hiç tereddütsüz aralarına alıyorlar, onlarda daha mutlu oluyorlardı. Böyle anlarda Rahmi işi gücü bırakır, onları izlerdi. İzlenmeye değerdi çünkü. Çok isterdi beyi görsün Melis'in bu hallerini, sandığı gibi biri olmadığını anlasın. Böyle şeylere karışılmaması gerektiğini biliyor, sessizce kaderin oyununu izliyordu.
Uzaklardan gelen arabayı görünce bir duraksadı. Beyinin arabasıydı bu, saatine baktı hemen. Hayırdır inşallah dedi, bu saatte gelmezdi. Melis'e baktı hemen duam kabul oldu herhalde dedi. Melis, Delikızın üstünde taya oyun yapıyordu. Kendi kahkahalarından başka bir şey duymuyordu, arabayı da fark etmedi. Arabadan ilk iri yarı yakışıklı bir adam indi, elinde deri iş çantası vardı. Çok ciddi bir duruşu vardı. Melis'in kahkahalarını duyunca hemen sesin kaynağını bulmaya koyuldu. Rahmi'nin önünden geçip köşeyi dönüp Melis'i atın üstünde saçları uçuş uçuş gözleri ışıl ışıl görünce gözleri yaşardı. Bir enkaz bırakmıştı en son, şimdi ise özgür bir kadın görüyordu. Sonra ne özgürlük be! Dedi içinden. Melis üzerindeki bakışları hissetti, aylar sonra Ayhan amcasını görmüştü. Hemen atını ona doğru çevirdi yüzündeki kocaman gülümsemesiyle.
Tam yanına gelmişti ki arkadan gelenleri görmesiyle kısrağın dizginlerini çekti. Yiğit yanında kısa boylu son derece bakımlı bir kadınla geliyordu. Kadının sarı saçları kalıp gibi sağa sola hızla savruluyordu. Adımları hızdan daha çok öfkeliydi. Yiğit ise endişeliydi, ilk defa onu böyle görüyordu. İki kadın göz göze geldi, Melis atının dizginlerini çektiği için at devamlı etrafında dönüyordu. Eylül güneşi tam arkasından vuruyor, saçlarında parlıyordu. Suratının tam ortasında kocaman bir gülümseme vardı; Melis kısrağın üzerinde muhteşem gözüküyordu. Zeliş, ilk şoku atlatınca Yiğit'e döndü, Melis'in duyacağı şekilde "bu kadın mı kederden ölecek" dedi ve gitti. Yiğit, bir müddet Melis'e baktı, onu hiç böyle görmemişti. Neden sonra hemen Zeliş'in ardından gitti. Bu gece uzun olacaktı, herkes için. Orası kesindi.
![](https://img.wattpad.com/cover/202273337-288-k103356.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİLAT
RomantizmYolunu kaybetmiş iki kırık kalp; biri kendini arıyor. Diğeri kendi gerçekliğini... Önlerinde iki seçenek var; ya kendi karanlıklarında sessiz çığlıklarla kaybolup gidecekler ya da ruhlarını özgür bırakıp aşka teslim olacaklar. Kim bilir belki de bir...