Emine, 6 çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuydu. Köyde iki göz evde hep beraber kalkar, hep beraber yatarlardı. 4 yaşına kadar çocuk olabilmişti Emine. Anası ikinci kardeşi doğurunca Emine'yi kendine yardımcı yapmıştı. Kocaman kadın haliyle yapamadığı işlere Emine'ye güvenerek girer, çocukcağız da elinden geleni yapmaya çalışırdı. Hiç şikâyetçi değildi Emine kız, sadece bazen o da yaşıtları gibi gerçek bebeklerle değil de oyuncak bebeklerle oynamak isterdi. Ama anası babası durmuyor devamlı yeni kardeşleri oluyordu. Küçük Emine, her seferinde küçük anne oluyordu. Yaşı büyüdükçe sorumlulukları da büyüyordu. İlkokulu ancak okuyabildi, kimse okula devam eder mi diye düşünmedi, kendi bile... On yedisine geldiğinde genç kız gibi değil de yorgun bir kadın gibi duruyordu Emine. Dışı yorgundu ama yüreği körpecik, tazecik. Komşunun oğluna sevdalıydı, komşunun oğlu Rahmi de ona. Ama kimselere diyemiyorlardı. Emine giderse başkasına hizmet edecek anası tek başına ne yapacaktı? Babası ise kızının çalışkanlığıyla övünür, yağlı kapı arardı. Rahmi ise garibandı; ailesi köyün en fakiri, kim çağırırsa onun tarlasına gider ırgatlık yaparlardı. Teni güneş altında çalışmaktan kararmış, iri yarı bir delikanlıydı. Emine'ye hep vurgundu, kafasına da koymuştu onu alacak bu hayattan kurtaracaktı. Ama nasıl? Deli akan kanı orasını hiç düşünmüyordu. Anasına söyledi ilk anası hiç oralı olmadı, babası ciddiye bile almadı çünkü biliyordu kızın babası parayı seviyordu. Kız çocuğunun değeri ne kadar erken evlenirse, kızın babasının eline dünürlerinden ne kadar çok hediye verilirse o kadar ediyordu. Kız çocuğu ateşten gömlekti köyün erkekleri için. Her an namuslarına halel getirebilirler, her an utandırabilirlerdi babalarını. Sanki bu büyük günahın tek sorumlusu kız çocuklarıymış gibi. Aynı durumda erkek babaları, erkek evlatlarının çapkınlıklarıyla övünür, gurur duyarlardı. İkiyüzlüydü herkes... Rahmi hariç herkes, Rahmi köyün kahvesinde dikildi Emine'nin babasının karşısına, kendisine istedi sevdiği kızı. Herkes güldü, kendi babası bile güldü ona. Sonra hiçbir şey olmamış gibi kağıt oynamaya devam ettiler. Rahmi'nin gururu çok incindi, bari babası ciddiye alsaydı onu. Emine'ye küçük kardeşiyle haber yolladı, buluştular gizlice. Olan biteni anlattı Emine'ye. Ne olursa olsun neşesi bitmeyen Emine'nin gözlerinden yaşlar süzüldü, biliyordu babasının onu Rahmi'ye vermeyeceğini ama sevdiceğinin gönlünü kırmasaydı olmaz mıydı? Tuttu Rahmi'nin elinden, ormana doğru deli gibi koşuşturdular. O geceyi titreye titreye, donmamak için birbirlerine sarılarak ormanda geçirdiler. Kimse gelmedi onları aramaya, almaya. Sabah dikildiler Emine'nin evine. Emine'nin babası "orospii" dedi bastı tokadı. Rahmi dondu kaldı, o koklamaya kıyamıyordu gülünü. Gülü kanıyordu şimdi. Gözü karardı, koca cüssesiyle adamı aldı yere çarptı. Bütün köy şaşkınlıkla olanları izliyordu. Çoban Rahmi delirmişti. Emine anasına baktı, anasının gözlerinde şefkat arayarak. Anası küsmüştü kızına, onu nasıl tek başına bırakıp kaçmıştı kocaya. Evin hanımı sanki hizmetçisini kapı dışarı edermiş gibi döndü arkasını geçti ocağın başına. Emine yediği tokatın acısından daha büyük bir acı hissetti küçücük yüreğinde. Anasının bencilliğini, babasının boş vermişliğini yeni fark etmiş, şimdiye kadar onları mutlu etmek için uğraşmış çocukluğunu feda etmişti. Karşılığında hiçbir şey beklememişti üstelik.
Rahmilerin evi daha sakindi. Hemen bir hoca çağırdılar, çocukları nikâhladılar. Rahmi'nin babası açık bir şekilde bir boğaza daha bakamayacaklarını, ana babayı ezip kaçtıkları için artık bu köyde kalamayacaklarını belirtti. Aslında niyeti kızı geri göndermekti ama Rahmi'nin komşusunu yerden yere vurduğunu görünce korkmuş hemen kafada bu planı oluşturmuştu. Ertesi gün otobüs biletlerini almış, kardeşinin yanına göndermişti.
Rahmi'nin amcası uzun bir süredir Rahmi'yi çağırıyordu. İstanbul'da amelelik yapıyor, yeri geliyor hamallık yapıyordu. Ne iş yaparsa yapsın, köyde kazandıklarından daha çok kazanıyorlardı. İstanbul'un taşı toprağı altındır diye gelmiş, zamanla bir gecekondu dikmişti. İstanbul'da evi olduğunu duyan köylüler onu zengin sanmış, saygı duymaya başlamışlardı. Rahmi Emine'nin elinden tutup amcasının evine götürürken gururlanmış, nihayet hayal ettiği gibi karısını rahata erdireceğini düşünmüştü. Amcası işte burası da bizim fakirhane diyince genç aşıklar şaşakalmışlardı; köy evinin aynısını İstanbul'un bir tepesine yapmışlardı. Evin 2 odası vardı ve aynı köydeki gibi insan kaynıyordu. İkisi de sustu, hiçbir şey umurlarında değildi. İki aşık, kavuşmanın da verdiği rehavetle her şeyi pespembe görüyorlardı. Amcanın eşi de köylüsüydü, Rahmi'nin Emine'yi getireceğini duyunca çok sevinmişti. Artık o da komşu kadınlar gibi fabrikaya girerdi, Emine de çocuklara bakar, evin işini görür akşam da önlerine sıcak yemek koyardı. "Yapmaz mıyım ablam, başım gözüm üstüne "dedi Emine, en iyi bildiği iş hizmet etmekti. Rahmi sustu, içi karardı Emine'nin mutluluğunu gördükçe. Gece söyledi yüreğindekileri sevdiceğine, Emine kocaman güldü ona sonra yatırdı göğsüne.
O evde tam 3 yıl kaldılar, aslında daha uzunda yaşayabilirlerdi eğer Rahmiyle Emine'nin bir çocukları olsaydı. Daha eve yerleştikleri ilk ayda yengesi sormaya başlamıştı Emine'ye yüklü müsün? Diye. İlk yıl bittiğinde mahallede kısır damgası yemişti bile. Devamlı koca karı ilaçları öneriyorlardı. Birkaç hadsiz kocasına laf edecek oldu hemen susturdu onları Emine, bir kusur varsa eğer muhakkak kendindeydi bu. Ama kendisine gelen tüm lafları sözleri yutuyordu; çocuksuz karı mı olur? Sende kendine karı mı diyorsun diyorlardı yaşlı kadınlar. Arkadaşları arkalarından konuşuyor, yüzüne gülerken kendi aralarında kısır gelin diyorlardı. İkinci sene daha da kötüleşti işler. Çocuğu hasta olan Emine'den biliyordu, muhakkak onun nazarı değmiştir diyorlardı. Gözü kör olsun çakır gözleriyle nasıl bakıyorsa hasta oluyordu çocuklar. Kimse onunla çocuğunu bir araya getirmiyordu. Hamile kalmak isteyip kalamayanlar Emine'nin uğursuzluğu diye konuşuyordu. Kadına zulmü yine kadın yapıyordu. Emine artık yorgun düşmüştü, kim ne derse desin doktora gidecekti. Yengesinin ağzı açık kaldı, "çocuk yapmayı doktor mu anlatacak sana? Hiç utanmayacak mısın oranı buranı açarken? Erkek doktora gitme sakın, kocanı amcanı katil etme!" Rahmi olup biteni çaresizce izliyordu. Doktor fikrini de o sokmuştu sevdiceğinin aklına. Deli gibi çalışmış, yarısını amcasına vermişti paranın yarısını kenara koymuştu. Mavi gülü bu sefer bembeyaz olmuştu, dayanamıyordu. Çocuk falan da umurunda değildi.
Muayene edip gerekli tetkikler yapıldıktan sonra doktor çocuk sahibi olamayacaklarını pat diye yüzlerine söylemişti. Kusurun! kimde olduğunu da. İkisi de sustu, kimseye demediler kim kusurlu!, kimse de soramadı. Artık yüzüne karşı kısır gelin diyorlardı, artık aleni uğursuz kabul ediyorlardı onu. Rahmi anladı ki burada artık tutunamazlardı. Amcası anladı durumu, halden anlar bir adamdı zaten. Çalıştığı yerlerin birinde mandırada çalışmak üzere adam arıyorlardı. Hemen buldu adamı, adam çocuksuz bir çift duyar duymaz hemen işe aldı bu iki garibanı. Yıllarca bu mandırada çalıştılar, o kadar birbirine tutkundular ki kimse ezemedi onları. Yeni iş yerindeki insanlar eski mahalledeki insanlar gibi insafsız değillerdi. Herkes işini yapıyor, akşam evine gidiyordu. Rahmiyle emine ahırda bir köşede yatıp kalkıyorlardı, çokta mutluydular. 10 yılı geçkin böyle yaşadılar. Patron bu çifti çok seviyor, gözü kapalı koca mandırayı onlara emanet ediyordu. Oğlunu yeni evlendirmiş ona hediye olarak şimdi yaşadıkları Beykoz'daki çiftlik evini almıştı. Oğlu bu eve hiç gelmek istememiş, ev boş kalınca hırsızı ayyaşı rahat vermez olmuştu. Patronları hiç düşünmeden onları buraya yerleştirmişti. Patronun oğlu bunlara bir oda vermiş, diğer odaları kullanmalarını kesinlikle yasaklamıştı. Hâlbuki bilmiyordu ki o yek göz oda onların yuvası olmuş, hayatlarının en güzel yıllarını o odada geçirmişlerdi. İnsandan uzakta kimsenin bakışlarına katlanmak zorunda kalmadan bahçeyi ekip biçmiş toprağın bereketini tüm eve yaymışlardı. Rahmi ilk defa Emine'ye verdiği sözü tutmuş hissediyordu. Maviş gülü yine ışıl ışıl parlıyordu.
Evin satılacağını duyunca ikisini de büyük birkeder sarmıştı, sanki vatanlarından topla tüfekle sürgüne gidiyorlardı. Emine,Allah kerimdir; bugüne kadar nasıl yaşadıysak öyle yaşarız diyordu. Eskisi gibibeş parasız da değillerdi hem. Rahmi teselli bulmuyordu. Yıllar önce doktordançıktıklarında nasıl hissediyorsa kendini yine öyle hissediyordu: Perişan,karısına karşı mahcup. Sevdiceğini yine yarı yolda bırakmış, yine hayalkırıklığına uğratmıştı. Kıyamıyordu Eminesine, yıllar geçmişti ama yüreği yine15 yaşında Emine'ye sevdasını söylediği çocuktu. Sustu, ne yapıp edip bu evdekalmanın bir yolunu bulmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİLAT
RomanceYolunu kaybetmiş iki kırık kalp; biri kendini arıyor. Diğeri kendi gerçekliğini... Önlerinde iki seçenek var; ya kendi karanlıklarında sessiz çığlıklarla kaybolup gidecekler ya da ruhlarını özgür bırakıp aşka teslim olacaklar. Kim bilir belki de bir...