Olay gününden yaklaşık iki hafta geçmişti; evde ki hasar çok büyük değildi, odadaki bazı eşyalar yanmış, zamanında müdahale ile eve zarar gelmemişti. Ahırın ise bir kısmı yanmış fakat hala kullanılabilir durumdaydı. Yiğit babasını kaybetmişti, Emine sarı kızını. Polis gelip gerekli incelemeleri yapmış, odanın yanmasını mumlara bağlamış, 20 m ötedeki ahıra sıçramasından şüphelenmişti. Bir dizi soruşturmadan sonra olay takipsizlikle sonuçlanmıştı. Yiğit polislere bu yangını eski sevgilisinin çıkardığını söyleyemedi. Öncelikle elinde somut bir kanıt yoktu, yangın o evi terk ettikten sonra çıkmıştı. En azından onlar öyle tahmin ediyordu. Asıl olan ise Yiğit'in aklı da yüreği de bu işi Zeliha'nin yaptığını kabullenemiyordu. Yiğit babasının katilinin sevdiği kadın olduğu fikrini aklından çıkaramazken kelimelere dökemiyordu. Yiğit tüm benliğiyle susmuştu. Babasının ölmesinden çok Zeliha'nın ihaneti onu susturmuştu. Karma diyorlardı hani, iyilik yap iyilik bul! Kendisi Melis'e kol kanat gererken onun kanadını kırmışlardı. Karma, kader hepsi boştu. Halbuki bilmiyordu ki önceden hesapsız yaptığı bu iyilik onu ileride başına gelecek büyük bir şerden korumuştu ve bugün yaşadığı mutsuzluk yarın bir felakete dönmemesi içindi.
Melis'in durumu ise biraz daha farklıydı. Hiç tereddüt etmeden daldığı ahırda sandığından fazla kalmış, karbon monoksit zehirlenmesi yaşamış, iki gün hastanede yatmıştı. Bu süreçte Emine yanında kalmış Rahmi de Akif beyin defin işlerine yardımcı olmuştu. Eşinin öldüğü haberini alan Yiğit'in annesi Sevim Hanım, Melis'in hastanede olduğu süreçte çiftlik evine gelmişti. Melis Yiğit'in düştüğü kara kuyunun annesinin gelmesiyle aydınlanacağını düşünmüş, tam aksine annesi Yiğit'i daha karanlığa gömmüştü. Sevim Hanım, Yiğit'in kabuslarının baş rolüydü.
Sevim hanım, Fenerbahçe'deki evinden çok gerekmedikçe çıkmaz, günlerinin çoğunu kitap okuyarak çiçeklerle konuşarak geçirirdi. Tek kişinin yaşaması için oldukça büyük olan bu apartman dairesinde yardımcısıyla beraber yaşar, çoğu zaman onu evden gönderirdi. Sevim, yalnızlığı kendine dost edinmiş, kendinden başkasını sevmeyen bir kadındı. Aslında hep böyle değildi, neşeli bir çocuktu. Memur bir ailenin okumaya meraklı kızıydı. Annesi babası tüm şartlarını kızının bu ideali uğruna harcamış, kızlarını o dönemin parlak liselerinden olan Kandilli Kız Lisesine kaydettirmeyi başarmıştı. Sevim, bu çabanın asla boşa gitmemesi için çok çabalamış, her dönemi okul birincisi olarak bitirmişti. Lise bittiğinde üniversiteye hazırlanıyordu ki babası bu kadar okumanın artık yeterli olduğunu, çok hayırlı bir kısmetinin çıktığını söyledi. Sevim asla evlenmek istemiyordu fakat babası kısmeti kaçırmak istemiyordu. Babası ölüp gittiğinde tek evladının anasıyla yersiz yurtsuz kalmasından çok korkuyor, damadının ikisini de koruyup kollayacağını düşünüyordu. Oysaki bıraksa kızı okusa hiç kimseye gerek duymadan tek başına bütün ailesinin yükünü göğüslenecekti. Baba razı olmadı fakat kimseyi zorla evlendiremezdi. Açık ve net bir şekilde üniversiteyi okutacak maddi imkanlarının kalmadığını beyan etti. Sevim evden kaçmayı düşündü, bir ateşten kaçarken başka bir ateşte yanmaktan korktu.
Nişanlısı Akif Bey, tam bir İstanbul beyefendisiydi. Aileden varlıklı, çalışkan, hırslı. 26 yaşındaydı ve gerçekten yakışıklıydı. Sevim adamın tipine hiç takılmadı, ama konuştukça onun yabancı memleketler görmesinden farklı lisanlar konuşabilmesinden etkilendi. Yine de evlenmeye sıcak bakmıyordu. Bunun nedenini de açık bir şekilde söyledi nişanlısına. Akif Bey, kafasına koyduğu şeyi elde etmeden rahata kavuşmayan bir tipti. Bu uğurda her şey onun için mubahtı. Evlendikten sonra istediği fakültede okumasına izin vereceği yalanını söyledi. Sevim mutluluktan uçuyordu, Akif idealindeki adamdı çünkü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİLAT
RomanceYolunu kaybetmiş iki kırık kalp; biri kendini arıyor. Diğeri kendi gerçekliğini... Önlerinde iki seçenek var; ya kendi karanlıklarında sessiz çığlıklarla kaybolup gidecekler ya da ruhlarını özgür bırakıp aşka teslim olacaklar. Kim bilir belki de bir...