16. Bölüm

2.8K 193 92
                                    

838. Gün: Dilek Ağacı

Medya; bölüm içinde geçen ağaç.

Lütfen bol bol yorum yapın. İyi okumalar ❤

-Geçmiş-

"Sevgili dijital günlük. Biliyorum, normalde kağıda yazıp hep yanımda taşıyordum seni ama işler artık o kadar kolay değil. Duygularımı, kalbimi bıraktığım defterimi birinin açıp okuma ihtimali çok yüksekmiş bunu anladım. Bu yüzden artık bilgisayarda kimsenin bilmediği bir bloga yazıyorum hislerimi. Neyse, çok boş konuştum.

Bora'yı özlüyorum. Çevremde olmasına o kadar alışmıştım ki birkaç haftalık tatilinde bile çok özlüyorum. Sanki onu görmediğim her gün daha da kötü geçiyor, sol yanımda oluşan anlamsız sızı daha da artıyor. Benden koptuğunu hissediyorum her geçen gün ve ben ne yapmalıyım bilmiyorum. Aramalarıma ya da mesajlarıma cevap vermiyor. Kötü anında yanında olamıyorum. Oysa ki hep yanında olurdum ama artık bunu engelleyen şeffaf bir bariyer var sanki aramızda.

Keşke büyümeseydik. Keşke hep minicik kalsaydık belki içimdeki hisler de minik kalırdı. Belki... belki onun acısı da minik kalırdı. Büyüdükçe işler karmaşıklaşıyor ve ben bunları durduracak güçte değilim. Sadece her şeyin bitmesini istiyorum. Bora iyi olsun, benim hislerim bitsin ve yine çok mutlu olalım. Hepimiz mutlu olalım. En çokta Bora... Onun şu an buna daha çok ihtiyacı var çünkü."

Yazmayı bitirdim ve kaydettim. Tumblr'da kimsenin bulamayacağı bir blog açmıştım. Adı da 3316gün'dü. Burada bile Bora vardı ya... kendime diyeck bir şey bulamıyordum. Her mesajıma cevap vermediğinde yaptığım resmine kalemle çizgiler atmıştım ve resmin neredeyse her yeri çizgi olmuştu.

Bilgisayarımı kapatıp derin nefes aldım. Çok canı yanıyordu biliyorum ama benim de yanında olmam gerekiyordu. Acısını paylaşmam gerekiyordu ama buna izin vermiyordu. Belki de artık arkadaş bile değildik ama kendimi kandırıyordum işte.

Telefonum çalmaya başladığında kaşlarım çatık bir şekilde telefona ilerledim. Kaç gündür telefonum çalmıyordu kim bilir? Babam çok önemli bir şey olmadıkça aramıyordu. Arayan diğer kişi yani Bora da benimle konuşmamaya yemin etmiş gibiydi.

Telefonu elime aldığımda Çağatay'ın adını gördüm ve istemsizce yüzümde buruk bir gülümsemeye yerleşti. Geçen hafta Bora'yı bulduktan sonra ona haber vermediğim ve mesajlarına da cevap vermediğim geldi. Sanırım etme bulma dünyasının tam örneğiydik şu an. Bora, kendine üzüldüğü içi cevap vermiyordu bana. Ben de Bora'ya üzüldüğüm için cevap vermiyordum Çağatay'a. Peki Buket, buradaki suçlu kim?

Çağatay'ın suçsuz olduğunu bütün hücrelerim haykırırken boğazımı temizledim ve yatağıma oturup telefonu açtım. Gergindim. Bana kızmasından korkuyordum sanırım ama bunu hak etmiştim. Bir anda yok olup gitmiştim. Telaşlanmış olması çok normaldi.

"Sonunda!" Diye sitemli bir ses duyunca dudağımı ısırdım. Ne desem ne yapsam bilmiyordum. Sadece hatalı olduğumu biliyordum.

"Sonunda Buket. Kafayı yememe bir arama falan kalmıştı. Beni bu kadar korkutmaya hakkın yok!"

Sesindeki sitem bir doz daha arttığında gözlerimi sıkıca yumdum. Diyecek tek bir şeyim vardı; haklısın Çağatay, haklısın.

3316 GÜNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin