Aslında insan zamanla değil, seçimlerle olgunlaşıyormuş. Yanlış olanlar ağır bir ders olurken, doğru olanlar yaşamaya motive eden başarı oluyormuş.
Yalın benim ağır bir ders aldığım seçimimdi. O geceden sonraki iki gün boyunca tek bir damla gözyaşı dahi dökmeden ve yaşadıklarımdan kimseye bahsetmeyip, içimdeki fırtınadan bir parça ipucu dahi vermeyip hayatıma devam etmekse beni yaşamaya motive eden başarımdı. Ki bu başarı beni ciddi anlamda hayata bağlamıştı.
Mesela Ali'nin babamla olan sorununu çözebilecek kişi olduğumu fark etmiştim. Ali'ye ilgisiz görünmeye çalıştığı kadar bana ilgili olan babamı Ali'yle barıştıracak biri varsa aile de, o kişi bendim. Çünkü babamın bir tek benimle adam akıllı konuştuğunu fark etmiştim. Yaşadığı yorgunluğu bir tek bana açtığını ve bu yorgunluğun ilacını yalnızca benden aldığını görmüştüm.
Ve hayatımda Yalın'dan daha önemli savaşlarım olduğunu fark etmiştim. Yalın için verdiğim savaşı daha çok hak eden bir ailem olduğunu fark etmiştim. En nihayetinde onun kırıklarını ailem toparlayacaktı. Beni bir bütün yapan ailemdi. Şimdi onları bir bütün haline getirme sırası bendeydi.
Geçen iki gün boyunca aileme güzel bir kahvaltı hazırlamış ve akşam yemeklerinde anneme yardım etmiştim. Aslında onun kalbinin ne kadar kırık olduğunu fark etmiştim. Ve... babama hala değer verdiğini fark etmiştim. Bizim için düşünmeden her şeyini verebileceğini ve hayatının bizden ibaret olduğunu fark etmiştim. Zamanında rotasını önünde duran kariyer yolundan bizim için çevirdiğini ve şimdi o yolu bizim önümüze sermek için deli gibi çabaladığını görmüş, ağabeyime olan kızgınlığının sebebinin bu olduğunu görmüştüm.
Herkesin kırılmak için iyi sebepleri vardı. Ancak kimsenin bu sorunları oturup konuşacak yüzü yoktu.
Ben de bugün için duruyordum. Ailemin reklam yüzü olmak için duruyordum.
"Ali benimle birlikte üniversite sınavına girmeye karar verdi," diye konuya bodoslama atladığımda masadaki gözlerin hepsi bir anda bana döndü. İlk hamlemi yapmıştım. Bu hamle için saatlerce Ali'ye yalvarmam gerekmişti ama annemle babamın gözlerindeki mutlu şaşkınlığa değerdi.
"Birlikte dizimizi kırıp evde oturacak ve ben yetenek sınavıma hazırlanırken Ali'de ders çalışmaya başlayacak." Ali'nin sert bakışları ile ekledim. "Günde iki saat."
Annem gözleri dolu dolu olmuş bir şekilde, yanında oturan ağabeyimi kendine çekip yanağına minnet dolu bir öpücük kondurduğunda babam gülümsemesini gizlemeye çalışır gibi dudaklarını kıvırdı. Başını tabağına eğip ağzına lokmaları ard arda sıkıştırırken arada bir başını kaldırıp Ali'ye bakıyor göz göze geldiklerinde ikisi de bakışlarını başka yere çekiyordu.
Olacaktı. Başaracaktım.
"Ancak bu iki saat benim için geçerli değil. Ben aynı zamanda üniversite sınavına da hazırlanacağım. İstediğim okul tutmadığı takdirde üniversite sınavındaki puanımla yerleşeceğim."
"Neden diğer okulların sınavına girmiyorsun. Seni havada karada kapacak bir sürü okul var." Babamın sözleri ile bakışlarımı ona çevirdim.
"Ben güzel sanatları yalnızca orada okumak istiyorum. Zaten sınava sözelden girip radyo ve televizyon bölümü istiyorum." Dediğimde annem ağabeyimi salıp bana döndü.
"Bölümünü okumana gerek yok ki bunun için. Bir iki seçmelerine gitsen kendini göstersen alırlar hemen seni."
"Biliyorum ama ben diplomam olsun istiyorum."
Başını sallayarak beni onayladığında herkes tekrar yemeğine döndü. İki saat kadar sonra çay keyfide yapılıp herkes odasına kapandı. Ben hariç.
Odamdan nefret ettiğim hiç bir anı hatırlamıyordum. Her ne kadar onun hakkındaki her şeyi kaldırmış olsamda sanki izleri kalmıştı. Baktığım her yerde onun resimlerini, onun kazağını, onun bardaklarını görüyordum.
Gece boyunca hatta gece bitipte saat sabahın dördüne yaklaşana kadar kısık sesle televizyon izledim. Aslında ne izlediğim hakkında hiç bir fikrim yoktu. Sürekli düşünüyordum. Onu düşünüyordum, kendimi düşünüyordum ve deliriyordum.
Silecektim onu öyle değil mi? Hem kalbimden hem yeryüzünden. Öyleyse bir yerden başlamak gerekiyordu.
Kararlılıkla ayaklanıp odama gittim ve yatağın altında onun eşyalarıyla dolu olan iki çöp poşetini çıkarıp koridor boyunca sürükleyip sokak kapısının önüne geldim. Ayakkabılarımı hızla giyinip Ali'nin arabasının anahtarını kaptım ve sessiz olmaya çalışarak çıktım evden. Çöp poşetlerini arabanın arkasına atıp hızla sürücü koltuğuna geçtim ve acemiliğimi konuşturacak kadar sert bir dönüşle evin sokağından ayrıldım.
O geceki tepeye vardığımda bir süre uyuyan şehrin manzarasını izledim. Şafak henüz söküyordu. Kuşlar bağırmaya başlamış serin havanın rüzgarı esmeye başlamıştı. Derin bir nefes alarak arabadan inmeden önce torpido gözündeki çakmağı aldım.
Çöp poşetlerini de çıkarıp alanın ortasına doğru sürükledim. Poşetlerin birinden Yalın'ın Arda'ya gülerek baktığı bir fotoğrafı aldım ve çakmağı çakarak ateşi fotoğrafa tuttum. Kıvrılarak yanmaya başlayan fotoğrafı poşetlerin ortasına bırakıp bir kaç adım gerilerken havayı kötü bir yanık kokusu sarmaya başlamıştı bile.
Önce poşet ardından içindekiler yanmaya başlayıp, ateş her geçen saniye büyürken derin nefesler alarak izliyordum manzarayı. Anılarını, anılarımı yakarak vazgeçebilecek miydim ondan? Unutabilecek miydim onu? Bana dokunuşunun, bana sarılışının, beni öpüşünün tadını almışken onu silebilecek miydim? Mümkün değildi. Yarattığım küçük çaplı yangın yetmezdi silmeye. Yalnızca küle çevirirdi kalbimdeki onu. Ama yetmezdi silmeye. Külleri savrulsa da, yok olsada kokusu hep orada kalırdı. İzleri hep varolurdu.
Yapabileceğim tek bir şey vardı. Yaptığım en iyi şeydi bu. Rol yapmak. Onu unutmuş gibi yapmak. Ondan vazgeçmiş gibi yapmak. Onu hem kalbimden, hem yeryüzünden silmiş gibi yapmak.
💫💫💫
Geç geldi ama geldi. Şunu belirtmek isterim ki, Yalın'a çok küfretmeyin, üzülüyorum wicapcialvpsmg. Kabul hak etti ama keyfi için yapmadı hiçbir şeyi. Bilin istedim ;). Neysem bombayı da atıp gidiyorum👐🏻. İyi gecelerrr♥️.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÜYÜCÜ | texting
KurzgeschichtenBüyücü: Bu gün hocaya gittim. Büyücü: Bağlama büyüsü yaptırmaya. Büyücü: Şimdi sana üç gün tanıyorum. Büyücü: Ya benim olursun Büyücü: Ya da o her gece altına aldığın kızları o yatağa gömen bir Kara Melek olup seni hadım ederim.