Her zaman aşkın kavuşamamak olduğunu düşünmüştüm. Bizi ayırmak için karşımıza çıkan o engelleri aşıp, tekrar birlikte olmak için her türlü zorluğun altından kalkıyorduk. Sonunda kavuşamasak bile en azından bunu umut ederek birbirimize koşuyorduk.Aşk bir zamanlar benim için filmlerden ya da mangalardan ibaretti. İzlediğimde kusma istediği barındırıyor, çok cıvık diyerek kapatıyordum hatta. O Zamanlar aşka dair hiçbir şey bilmiyordum cidden.
Ama şimdi aşkın aslında nefesten daha önemli olduğunu öğrenmiştim. Zamanı kendine köle ettiğini ve onsuz bir ölüden farksız olunduğunu fark ettim.Değişmiştim hatta o kadar Değişmiştim ki Geri geldiğinde beni bıraktığı kişiyle aynı bulamamasından Korkuyordum.
Yattığım yatakta daha fazla dayanamayarak havaya kaldırdığım kitabı indirdim. Kollarımı iki yana açıp karanlıkta parlayan gece çıkartmalarıma baktım. Bana ait olan bu gökyüzü uzun zamandır yalnızlığımı sırtlanan tek şeydi.
Gitmişti...Arkasına bile bakmadan, benim yalvarışlarıma kulaklarını kapatıp çekip gitmişti.
O soğuk zeminde kapattığım gözlerim hastane odasında açılmıştı. Bir umut Onu beklemiş, her şeyin yeniden bir rüya olmasını ummuştum. Herkes gelmişti. Öyle ki, başka bir şehire daha o gün taşınan Changbin hyung ve Seungmin bile ama o gelmemişti.
Günlerce bekledim onu. Çocuklar beni güldürmek için normal takılmaya çalışıyor, her okul çıkışı zamanlarını yanımda geçiriyorlardı. Tekrar açılan yaram beni tekrar bu odaya hapsetmişti. Peki acıyan hangi yaramdı? Beni bırakıp gitmesi miydi yoksa bunu kabullenememem miydi?
Günler aylara, umudum zehire dönüşerek zamanla yok etti beni. Onsuz her günüm de daha bir değiştim. O çocuk kişiliğim tamamen büyüdü ve artık soyutladım kendimi dünyadan.
Aylar geçti, onsuz ilk karnemi aldım, ilk yazımı geçirdim ve bütün bunlar, kendimi hapsettiğim bu odada geçti. Onunla yattığımız yatağımızda tek başıma uyudum, zorla çalıştırdığı masada tek başıma oturdum, yaralarımı sardığı banyoda saatlerce tek başıma akıttım yaşlarımı.
İlk defa tek başıma yaptığım kahvaltıyı asla unutamıyordum. Açlıktan iki büklüm olmuş ama boğazımdan tek lokma geçmiyordu. Zorla yediğim o birkaç lokmaya hıçkırıklarım ve gözyaşlarım eşlik etmişti. Sonrasında daha fazla yiyemeden serbest bırakmıştım yaşlarımı.
Ve onsuz bir okul senesine başladım. O yaz tatilinde düşünecek ve kendimi toparlayabilecek çok zamanım olmuştu. Aynı şuan olduğu gibi yatağımda yatıp gökyüzüme bakarak saatlerce düşünmüştüm.
Sanki yıldızlarımda onu görüyordum. Hani hep galaksiyi gözlerine hapsettiğini söylüyordum ya, sanki baktığım bu yıldızlar gözlerinin içiymiş gibiydi. Onunla konuşur, her zamanki gibi ne yapacağımı sorardım. Cevap gelmezdi tabiki.
Ve ben o gün ona söylediklerimin tam tersini yaptım. Abur cuburu kesip hep sağlıklı şeyler tükettim, onun geride bıraktığı kitapları okudum, gece gündüz ders çalıştım ve ben... ben olmaktan çıktım.
Kısaca kendime o kadar iyi baktım ki geri döndüğünde beni iyi görsün istedim. Benimle gurur duysun, kendi ayaklarım üzerinde durabilecek kadar büyüdüğümü görsün istedim.
İkinci dönem geleceğine yönelik bütün umutlarım gelmediği her gün teker teker söndü. Kutuda kibrit kalmadı ve sonuncusu bile uzun zaman önce söndü. Peki ya ben nasıl hala umut edebiliyordum? Yanan bir kibritim bile kalmamışken bu umut nereden geliyordu?
Reşit olunca geleceğini düşünmüştüm, gelmemişti. Mezuniyetime gelir demiştim, gelmemişti. Oysaki ben sınıf birincisi olduğumu ona göstermek ve onun kollarına atlamak istiyordum. Eminim diplomama bakarken benimle gurur duyacak ve saçımı okşayacaktı. Tabi gelseydi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Love without thinking |HYUNLİX
Fanfiction"düşünmeden sev Felix. Eğer düşünürsen sevemezsin çünkü" "Ama Bu yanlış" "kime göre? Benim tek doğrum sensin." endişeyle dudağımı dişlerken tuttuğu elimi bırakır gibi oldu. Bir an korktum ama neden korktum onu da bilmiyordum. Ellerimizi kenetleyip a...