sekiz

4.3K 214 62
                                    

Harry

Küçük bedenini bir kez daha doldurduğumda gözlerimi yumup mırlamamak için kendimi zorladım, onun yerine dişlerimi yanaklarımın içine geçirip gözlerimi açık tuttum ve onu izledim. Teni ışık saçıyor gibiydi, atkuyruğu gevşemiş, koyu renk saçlarının bir kısmı dağılmıştı. 

Üzerimde hareket etmeye başladığında dişlerimi yanaklarıma o kadar sert bastırdım ki bir an sonra kanın tuzlu tadı ağzıma doldu, bu pozisyondayken onu az öncekinden daha fazla hissediyordum ve bu his tatlı bir şekilde bunaltıcıydı.

Ellerimi kaldırıp göğüslerini avuçladım, avuç içimle sertleşen göğüs uçlarını okşarken Alice kafasını geriye atıp mırladı. Bir an sonra kollarını geriye atıp avuçlarını üst bacaklarıma yerleştirdi ve bedenini geriye verip üzerimde devinmeyi sürdürdü. 

Gözlerim yoğun hisle geriye doğru yuvarlanırken bayılmamak için çabaladım, ellerimi bacaklarının kasıklarıyla birleştiği yere yerleştirip mırıldandım, “Aynen böyle, durma…”

Alice ritmini çok az hızlandırıp yumuşak hareketlerle üzerimde gidip gelmeyi sürdürdükçe kasıklarımdaki karıncalanma arttı, bunu biraz daha sürdürürse…

“Hasiktir…”

Onu tutan ellerim kalçalarının etrafında sıkılaştı, durmasına ihtiyacım vardı yoksa gerçekten bayılacaktım. Bedenim birbirini izleyen kasılmalarla sarsılırken Alice alt bedenini hiç oynatmadan üzerime eğildi. Dudakları aralık duran dudaklarımı bulduğunda öpüşüne güçlükle karşılık verdim, felç olmuş gibiydim, “Sessiz olmak zorunda değilsin,” diye mırıldanan Alice’e beni taklit ettiği için güldüm ama başka herhangi bir ses çıkartacak halim yoktu.

Üzerimden kalktığında bir an bedenim onunkinin eksikliğiyle sızladı.

Ama hemen ardından o his geldi, buradan gitmek zorundaydım, evime dönmek zorundaydım. 

Kendimi birilerinin yanında iyi hissettiğim anda üzerime öyle büyük bir suçluluk duygusu çullanıyordu ki birileri hala atmakta olan kalbimi avuçlarının arasına alıp var gücüyle sıkıyormuş gibi hissediyordum. Birilerinin yanında kendimi iyi hissettiğimde Louis’ye ihanet ettiğimi düşünmekten kendimi alamıyordum ve çok uzun zamandır ilk kez kendimi gerçekten iyi hissediyordum, hani öyle anlık bir his değil, iyi hissediyordum. Bunun saçma olduğunun farkındaydım, yani bu kızı diğer onlarcasından farklı kılan hiçbir şey yoktu. Gene de onun yanında bir şekilde içimde hayat kırıntılarının hareketlendiğini hissedebiliyordum ve onları öldürmek zorundaydım. Kendimi öldürmeyeceğime dair Gemma’ya söz vermiştim belki ama yaşayamazdım da. Aşık olduğum adamı öldürmüşken ben yaşayamazdım. 

Düşünmeden yataktan kalktım. Ayaklarımın üzerinde dikildiğim sırada Alice’in beni izlediğini biliyordum, “Banyo nerde?” diye sordum, Alice düz bir sesle cevap verdi, “Koridordaki tek kapı.”

Hızla odadan çıkıp banyoya girdim, Alice’in diş fırçası lavabonun yanında öylece uzanıyordu. Louis de hep böyle yapardı, o lanet olası şeyi asla alıp da diş fırçalarının durduğu bardağa koymazdı.

Gözlerim yanmaya başladığında prezervatiften kurtulup kendimi temizledim ve banyodan çıkıp salona yöneldim. İç çamaşırımı bile giymeden pantolonumu bacaklarıma çektiğim sırada Alice’in sesini duydum, “Eee… ne yapıyorsun?”

Kafamı ondan tarafa çevirdiğimde odasının ve banyonun olduğu koridorun girişinde, üzerinde bir UCLA tişörtüyle dikilmekte olduğunu gördüm. Kollarını göğsünde birleştirmişti ve fazlasıyla temkinli görünüyordu.

“Gidiyorum,” diye cevap verdim kısaca, başka ne söyleyebileceğimden emin değildim.

“Gitmek zorunda değilsin…” Kızın kısık ve kırık sesi kulaklarımı doldurduğunda kalbim acıdı. Bu yanlıştı, kalbimin acıması yanlıştı, böyle şeyler hissetmek istemiyordum ben. Beni tüketen suçluluk duygusuyla yaşamak bana yetiyordu, her gün aynaya baktığımda karşımda aşık olduğu adamı intihara sürüklemiş bir adam görüyordum, önceden herkesin adını haykırdığı biriyken artık unutulmuş, hayatta çuvallamış, mutluluk şansını sonsuza kadar kaybetmiş acınası bir adam… bütün bunlar bana yetiyordu, bir de kalbimin acıdığını hissetmek istemiyordum ama kalamazdım da. Louis öldüğünden beri hiçbir geceyi biriyle tamamlamamıştım. Bir saatliğine kafamı dağıtmak iyiydi ama asla daha fazlası olmayacaktı, kendime iyi hissetmek için izin veremezdim.

Vermeyecektim.

“Zorundayım.” Dedim niyetlendiğimden daha sert bir sesle. Anlamasını beklemiyordum ama zorundaydım. Eve dönmek ve başucuma lanet olası bir bardak yerleştirip Louis’nin onu kırmasını beklemek zorundaydım. Hatırlamadığım kabuslar görmek ve kendimden de hayatımdan da ölesiye nefret etmek zorundaydım. Başka türlü yaşamayı bilmiyordum, bir zamanlar biliyorduysam da hatırlamıyordum.

Sweatshirt’ümü başımdan aşağı geçirdiğim sırada kız bir kez daha konuştu, sesi bu sefer önceki seferlerden daha farklı çıkıyordu, “Harry, lütfen gitme…”

Ona baktığımda suratında çaresiz bir ifadeyle (cüret edebilsem korku derdim ama gitmemden korkması için bir sebep yoktu ki?) beni izlemekte olduğunu gördüm. Ve bir an gitmemeyi gerçekten değerlendirdim, burada kalabilirdim…

Ne düşünmekte olduğumu fark edince dehşet duygusu bütün bedenimi sardı, tenime sıcak bastığını hissederken botlarımı ayaklarıma geçirdim, kapıya yöneldim ve daireden çıkarken beceriksizce mırıldandım, “Üzgünüm…”

Kapıyı arkamdan çektiğimde derin bir nefes koyuverdim. Kalp atışlarım hızlanmıştı, bir süre kapının önünde öylece dikildim. Ardından, kalp atışlarımın ritmi biraz normale döndüğünde iki adımda koridoru geçtim ve kendi dairemin önüne vardım. Anahtarımı kilide soktum. Kendi daireme, kendi ızdırabıma dönmek için can atıyordum.

Anahtar kilitte sorunsuzca döndü ama kapı açılmadı.

Bir an şaşkınlıkla kapıya baktım, bir kez daha anahtarı kilitte çevirdim ve anahtar bir kez daha olması gerektiği gibi hareket etti ama ittiğim kapı gene açılmadı, sanki biri benim itmeye çalıştığım kapıyı benim olduğum taraftan kendisine doğru çekiyormuş gibiydi.

Birkaç dakika boyunca içeri girmek için çabaladım ama sonuç alamadım, içeri giremiyordum.

Louis beni eve almıyordu.

Bu “hayalet” meselesinin nasıl işlediğini bilmiyordum ama Louis’nin az önce kafamdan geçenleri gördüğünden emindim. İyi hissettiğimi biliyordu, kızın yanında kalmayı bir an için bile olsa ciddi ciddi düşündüğümü biliyordu ve şimdi beni eve almıyordu. 

Suçluluk boğazıma tırmanıp oraya yerleştiğinde ve gözlerimin gerisi yanmaya başladığında dizlerimin üzerine çöktüm, tek elim hala kapının tokmağındaydı. “Louis,” diye mırıldandım, “Lütfen beni eve al…”

Kilidi bir kez daha zorladım ama bir şey değişmedi.

“Louis,” boğazıma takılan kelimeler ve gözlerimin kenarlarındaki batma hissini görmezden geldim, “Özür dilerim… çok üzgünüm… Lütfen, lütfen bırak içeri gireyim…”

Bir kez daha kapıyı açmaya çalıştım ama gene bir sonuç alamadım. Hıçkırıklara boğulmak üzere olduğumu biliyordum, göğsümde toplanan acı yüzünden nefes alamıyordum, “Louis,” diye yalvardım, “İyi hissettiğim için üzgünüm… lütfen beni affet…” gözlerimden yaşların süzülmekte olduğunun bilincindeydim, burnumu çektim, “Louis… Lütfen…”

Anahtarı bir kez daha çevirdim ve bu sefer kapı sorunsuzca açıldı. Dizlerimin üzerinden doğrulup içeri girdim, üzerimdeki şeyin koluyla suratımdaki ıslaklığı kuruladım ve karanlık evi süzdüm. Kendimi ölesiye yorgun hissediyordum, mutfaktan bir bardak alıp doğrudan odama yürüdüm ve ayakkabılarımı bile çıkartmaya tenezzül etmeden kendimi yatağa bıraktım.

Ben kimdim ki birilerinin yanında kendimi iyi hissediyordum?

Ben, Harry Edward Styles en yakın arkadaşını öldüren bir adam olarak hiç kimseydim.

İyi olan hiçbir şeyi hak etmiyordum.

-

Evet, öyle işte.
Yorum istiyoruuuum

Nowhere Near Wonderland - [Harry Styles]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin