yirmi beş

3K 183 68
                                    

Harry

Gözlerimi açtığımda içerisi karanlık ve sessizdi. Gözlerim ve genzim yanıyordu, nerede olduğumdan, hangi yılda olduğumuzdan tamamen bihaber biçimde etrafa bakındım, her nedense bir an Louis'nin ya da Niall'ın odama dalmasını bekleyerek yatakta uzandım.

Ardından, gerçeklik beni buldu. Louis ölmüştü. Niall'ı yedi yıldır görmemiştim. Bunların hiçbiri devasa bir kabustan ibaret değildi.

Midem içimde düğümlenirken her sabah yaptığım gibi, nasıl hala hayatta olduğumu merak ettim. bu acıyla yaşamayı nasıl sürdürebiliyordum? Bir noktada daha fazla dayanamayıp ölmem gerekmiyor muydu? Fiziksel acıdan ölebiliyordunuz ama iş her gün biraz biraz ruhunuzu tırtıklayan, nefes aldığınız her saniye ölmek istemenize sebep olan ruhsal acıya geldiğinde... ölmüyordunuz işte. Sürünüyordunuz. Her gün uyanıp Louis'nin öldüğünü yeni baştan kabullenmem gerekiyordu, yedi lanet yıldır her sabah onun ölmediği bir dünyaya uyanıp o cennet gibi birkaç saniyenin ardından gerçekliğe dönüyordum.

Ve acıtıyordu. Tahmin edemeyeceğiniz kadar çok acıtıyordu.

Yataktan yuvarlanıp kalktım, dün geceden sahneler gözümün önünde dönerken Alice'e bakınarak evin içinde dolandım. Üst üste iki geceyi beraber geçirmiştik, oysa şimdi görünürlerde yoktu. Uykuya dalmadan önce anlattıklarını düşündüğümde midem içimde düğümlendi, söylediği her kelime tenimin altına kazınmış gibi hissediyordum. Onun kadar küçük bir kız için çok fazla şey yaşamıştı. Kelimeleri kafamın içinde yankılanınca suratımı buruşturdum, "Ben daha on dokuz yaşındayım, Harry, umutsuzluğa kapılmak için çok küçüğüm."

Kafamdaki sesiyle mutfağa girdiğimde ve gözüm saate takıldığında küfrederek etrafa bakındım. Saat on biri geçiyordu, barın müşteri almaya başlayacağı saatin üzerinden beş saatten fazla zaman geçmişti.

Lanet. Sikeyim. Louis neden beni uyandırmamıştı?

Şu an bunu düşünecek vaktim yoktu, dün gece üzerimi değiştirmeden uyuduğum için neyse ki oldukça giyiniktim. Anahtarlarım için etrafa bakındım ama hiçbir yerde gözükmüyorlardı. Kapının arkasında asılı, barın yedek anahtarlarını alıp evden fırladım çünkü barda da evin yedek anahtarları vardı. Merdivenleri aceleyle indim, panikle düzensiz nefesler alırken işimi kaybetmiş olma ihtimalim yüzünden midem bulanıyordu. Bu işi seviyordum.

Barın kapısının önüne geldiğimde barın açık olduğunu görüp durakladım. Nasıl yani?

İçeri girdiğimde şaşkınlıkla soluğumu tuttum, barın arkasında George vardı, güler yüzle insanlara içkilerini servis ediyordu. Lanet olsun... bara doğru yürüyüp en sonunda yanına ulaştığımda boğazımı temizledim, "Ihm... George..."

"Ah, selam Harry. Daha iyi misin?"

Gülümseyerek sorduğu soru karşısında kaşlarımı çattım, "Daha iyi miyim? Neden...?"

"Alice iyi olmadığını söylemişti." Kafasıyla işaret ettiği tarafa baktığımda etrafta yüzünde tatlı bir gülümsemeyle dolanıp boş bira şişelerini toplayan Alice'i gördüm. "Öyle mi söyledi?" Çattığım kaşlarımın altından onu izlemeyi sürdürdüğüm sırada George konuştu, "Evet. Dün alamadığım hasılatı almak için bugün geldim ama senin yerine onu buldum, ortalığı temizliyordu. Seni sorduğumda iyi olmadığını söyledi. Neyin vardı ki?"

Hala gözlerimi Alice'ten ayırmadan omuz silktim, "Kötü bir geceydi," diye mırıldandım karşılık olarak, aklım tamamen Alice'teydi. Benim yerime barı açmaya mı gelmişti? Bunu neden yapmıştı?

Alice elindeki bira şişelerini arka çıkışa yakın çöpe götürürken onu takip ettim. şişeler birbirlerine çarpıp yüksek sesle şıngırdadılar ve Alice suratında silik bir gülümseyişle önüne dönüp beni gördüğünde yerinden zıpladı, "Harry!"

Nowhere Near Wonderland - [Harry Styles]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin