yirmi altı

3.3K 191 80
                                    

Alice

"Sakın ağlama," diye emrettim kendime. "Sakın."

Barın bugüne kadar keşfetmediğim arka çıkışında dikiliyordum ve gözlerim, boğazım, burnum, ciğerlerim... bütün iç organlarım yanıyordu. Hayatımda denk geldiğim en dengesiz, en tahmin edilemez adamın son çıkışı üzerine içimde bir yerlerde ağır bir şeylerin devrildiğini ve bir şeylerin kırıldığını duyduğumdan emindim. Neden bilmiyordum ama dün geceden sonra bir şeylerin farklı olacağını düşünmüştüm.

Düşünmek buraya kadardı demek.

Dudağımı dişlerimin arasına kıstırıp gözyaşlarımı geri itmek için derin nefesler aldım bunu yapmayacaktım, onun için, onun yüzünden ağlamayacaktım. Ne de olsa... onun tek suçu dengesiz olmasıydı. Benim ona hissettiklerim onun suçu değildi. Onun başkasını seviyor olması da onun suçu değildi, bu kişi yıllar önce ölmüş olsa bile yanlış da değildi. Bir adama aşık bir adamı sevmek kelimelere dökünce kulağa garip geliyordu ama aslında o kadar da ilginç değildi. Aşkı cinsiyetle sınırlamayı hiç düşünmeyecek kadar aklı selim bir insandım ama bu... çaresizliğimi artırıyordu. Aşık olduğu bir kadın olsaydı onunla bir şekilde boy ölçüşebilirdim ama aşık olduğu bir adamdı.

Ölmüş bir adam.

Bir hayaletle boy ölçüşemezdim.

Hislerimi yeni yeni kabullenmeye başlamışken onların sonuçsuz kalacağını da aynı süreçte kabullenmek zorunda kalmak çok zordu.

Daha fazla geri tutamadığım gözyaşları yanaklarıma süzülürken hıçkırarak ağlamak istedim. Odamı geri istedim, kulaklıklarımı, müziğimi, camın içindeki oturma köşemi, yatağımı... haftalardır ilk kez kaçıyor olmaktan yorularak bedenimi beni zorlayan hıçkırıklara teslim etmemek için savaştım ama çok zordu. Karanlık çok ağırdı, bedenim için de ruhum için de tüketiciydi. Sakin bir hayat istiyordum.

İnsan hiç yaşamadığı bir şeyin özlemini çeker miydi? Ben çekiyordum.

Geri dönmek istiyordum ve bu da durumumun ne kadar boktan olduğunu kanıtlar nitelikteydi, beni uykumda becermeye çalışmış annemin sevgilisinin yaşadığı yere dönmek isteyecek kadar yorulmuştum.

İşte kelime buydu, yorgunluk. Yorgundum, yorgunluk ruhuma pençelerini geçirmişti ve beni kendisiyle beraber dibe sürüklüyordu. Harry'nin değişen ruh hallerinden yorulmuştum. Hiçbir yere gitmeyeceğini bildiğim hayatımın içinde, haftalardır hiçbir şey yapmadan oturmaktan yorulmuştum. Kaçmaktan yorulmuştum, saklanmaktan yorulmuştum.

Karanlık sokakta sırtımı kapının yanındaki duvara yaslayıp yere çöktüm. Şu an bu sokakta biri üzerime saldırsaydı ve bana zarar vermeye çalışsaydı yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Bir an, sadistçe bir arzuyla birilerinin bunu yapmasını diledim. Birilerinin üzerime saldırıp beni öldürmesini istedim çünkü bu aslında sadece kestirmeden gitmek olacaktı. Yaptığım şey buydu, ölmeyi bekleyerek yaşıyordum ve bunu kendi kendime yapamayacak kadar korkaktım. Bıkmıştım ve geleceğimle ilgili hiçbir planım, hiçbir isteğim, hayalim yoktu. Böyle bir yere varamayacaktım.

Tükenmiştim.

Ben yirmi yılı devirmeden yirmi yıl beni devirmişti işte.

O duvarın kenarında ne kadar oturduğumdan emin değildim, soğuk yavaş yavaş tenime işlerken yerimden bile kıpırdamamıştım. Birbirine çarpmasınlar diye kenetlediğim dişlerimi bir daha birbirinden ayırabileceğimi sanmıyordum ya da buz kesmiş parmaklarımı tekrar hissedebileceğime inancım yoktu ama umrumda da değildi. Belki de ölüm beni böyle bulurdu, bir kış akşamında bile değil, soğuk bir ekim akşamında oturduğum yerde donarak ölürdüm belki ve benim buna bile itirazım yoktu.

Nowhere Near Wonderland - [Harry Styles]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin