Alice
"Onu sen öldürmedin, bundan adım gibi eminim." Kendi kendime mırıldanırken bilgisayar ekranına bakıyordum. Bundan bir ömür önceymiş gibi gelen o gece söyledikleri hep zihnimdeydi, onu ben öldürdüm deyişi asla aklımdan çıkmıyordu. Bir kez daha, "Onu sen öldürmedin," dedim. Bundan nasıl bu kadar emin olabildiğimi bilmiyordum ama öyleydim. Harry bana bu cümlenin altında yatanları asla anlatmamış olsa da, Louis'nin nasıl öldüğünü biliyordum. Harry'nin onu çatıdan itmediğinden adım gibi emindim; dolayısıyla bahsettiği şeyin daha manevi bir şey olduğunu düşünüyordum. Belki Louis ölmeden önce kavga etmişlerdi. Belki Harry, son yedi senedir kalbinde pişmanlığının örümcek ağları örmesine izin verdiği bir cümle söylemişti. Böyle şeylerin insana yapışıp kaldığını biliyordum. Suçluluğun nasıl bir his olduğunu biliyordum. Hatalı olmadığın şeylerde bile kendinde suç aramanın ne demek olduğunu biliyordum.
Aptal kız, odanı kilitlesen bunların hiçbiri olmayacaktı. O ilk geceden sonra aylarca bunu düşünüp ağlamıştım. Oysa o zaman, odamı kilitlemezsem başıma nelerin geleceğini bilmiyordum, yine de bu kendimi suçlamamam için yeterli olmamıştı. Aptal kız, o gün onunla göz göze gelmeseydin... İnsanın kendini suçlayabileceği şeyler sonsuzdu. O gün var olduğunuz için sizi dalındaki meyvede protein olarak barındıran ağacın tohumunu bile suçlayabiliyordunuz oysa gerçek suçlu başkaydı.
Aptallık olmayan aptallıklarım için işkence ettiğim genç kızlığıma zihinsel bir selam durdum. Ondan özür dilememin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini biliyordum ama olsun.
Nereye bakmam gerektiğini bilmeden internette dolaşıp Louis'nin ölümünü araştırırken ekranımdan geçen manyetik şeritlere baktım. Ekran bozulmuşçasına kayan görüntüye, yukarıdan aşağı inen üç yeşil çizgiye baktım.
Kaşlarımı çatıp ekranı izlediğim yarım saniyenin ardından elimin üzerinde ani bir soğukluk hissettim ve şaşkınlıkla ellerime baktım. Ne olduğunu anlasam da fizik kurallarıyla yaşamaya alışkın zihnim, arkadaş canlısı hayaletimizin bilgisayarımı kullanmak için nazikçe izin istediği fikrini kabul ederken zorlanıyordu. Yutkunup ellerimi klavyeden çektim. Bilgisayarın ekranı biraz daha bozuldu, yarısı kararırken kalan yarısındaki görüntü birbirine girdi ve her şey yüzlerce yeşil çizgiyle bölündü.
Ben ekrana bakarken tuş takımından gelen bir cızırtıyla dikkatimi klavyeye çevirdim. Minik bir dumanla birlikte hafif bir yanık kokusu havayı doldurdu. Bunun ne olduğunu anlamak için dahi olmam gerekmiyordu, burada olduğunu biliyordum. Belki de sağımda oturmuş, bilgisayara uzanmıştı. Bir an için onu hayal etmeye çalıştım, fotoğraflarında en çok karşıma çıkan kıyafet kombini olan gri eşofmanları ve perçemli saçlarıyla, dudaklarının arasına kıstırdığı sigarasıyla görür gibiydim onu. Bu garipti. Gerçekten buradaydı. Yanıbaşımda. Gerçekten vardı. Cennetin ve cehennemin gerçek olmadığı bu dünyada sıkışıp kalmıştı. Kimse onu görmezken o herkesi görüyordu. Benim için şeytanımı korkutup kaçırmıştı. Ona sarılabilmeyi çok istiyordum.
Aklıma gelen ilk şeyi yapıp imleci internet adresinin yazıldığı bara getirdim. Kalp atışlarım hızlanırken gözlerimi klavyeden ayırmıyordum. Bana vermeye çalıştığı mesajı kaçırmaktan, kalvyede daha fazla harfin ölmesinden ve söylemeye çalıştığı şeyi anlamamaktan korkuyordum. Bir sonraki tıkırtıyla birlikte klavyede birden fazla tuş cızıdrdadı. Hangi tuşa bastığını anlamak imkansızdı ve bir şekilde, yanıbaşımda beklentisinin artmış olduğunu hissedebiliyordum, dökebiliyor olsa (ya da belki de dökebiliyordu, hayaletlerle ilgili genel bir bilgi yoktu sonuçta) şu an ter döküyor olurdu. Gözümü ekrandaki bara çevirdim. Aynı anda cızırdayan onca tuşa rağmen barda tek bir harf vardı, L... "Yapabilirsin," diye mırıldandım gözlerimi ekrandan ayırmadan. Onu görmeden de onunla konuşmak artık çok garip gelmiyordu bana, Harry'yi bunu yaparken defalarca izlemiştim. Bazen, özellikle çalışırken, ne olduğunu bilmediğim bir konuda espri yapıp kendi kendine güldüğünü görüyordum. Onu tanımayan biri için bu biraz çılgınca görünüyor olabilirdi ama benden başka birinin onu benim kadar obsesif bir şekilde gözlediğini sanmıyordum, dolayısıyla akıl sağlığına dair kimsenin kafasında soru işareti olmadığından emindim.
Bir sonraki harf N oldu. L ve N harflerinin ne anlama geldiğinden emin değildim, aklıma gelen ilk isim Niall oldu ama belki bu bir isim bile değildi, belki başka bir şey söylemeye çalışıyordu. "Benimle konuşamaz mısın?" diye sızlandım harfler ölmeye devam ederken, kısa süre sonra klavyemde çalışan harf kalmayacağından korkuyordum.
Yanık kokusu git gide ağırlaşıyordu. Bir sonraki harf O oldu, heyecandan boğazım kurumuştu. O harfiyle birlikte aklıma bir kez daha Niall geldi ama Niall demeye çalışsa önce N yazmaz mıydı?
Ekranda sürekli aşağı kayan görüntüde zor seçilen internet barında son beliren harf R oldu ve bir an sonra bilgisayar dev bir cızırtıyla kapandı.
"Bin dolarımı çöpe attığın için sana kızgın değilim," dedim kararmış ekrana bakarken. "Ama ne demek istediğini gerçekten anlamıyorum. L... N... O... R..." Harfleri kendi kendime kafamda sıralarken cevabın Niall Horan olamayacağından oldukça emindim ama grup üyelerinden başka hiçbiri yazılan harflerin hepsini taşımıyordu.
"Bunlar bir isimden harfler, değil mi?" diye sordum kafamı kaşırken. "Of. Nasıl cevap vereceksin bilmiyorum. Hmm. Evet için bir hayır için iki kez tıklayabiliyor musun? Yoksa o sadece saçma Hollywood filmlerinde mi oluyor?"
Bütün tüylerimi ürperten, gözlerimin önünde aniden kara benekler uçuşmasına neden olan bir çınlama kulaklarımı kapladığında şaşkınlıkla soluğumu tuttum. Bu bir kahkaha mıydı? Sadece bir kahkahayla migrenim tetiklenebilirmiş gibi hissediyordum, tenimi soğuk bir ter tabakası kaplamıştı bile. Chase'in rengi atmış teni, gözlerindeki dehşet ve özür dilerkenki çaresizliği aklıma geldiğinde, kendimi kötü hissetsem de keyifle sırıttım. "Neden konuşmadığını anladım. Ve neden Chase'le konuştuğunu da. Teşekkürler. seni seviyorum."
Karşılığında bir cevap almadım ama zaten en ideali böylesiydi. Birkaç saniye başımdaki ağrının hafiflemesini bekledikten sonra boğazımı temizledim. "Ya da daha kolayını buldum," dedim bir an için odayı gözlerimle izledikten sonra. "Evet için kapıyı aç, hayır için kapat. Bunu yapabildiğini biliyorum, daha önce yaptığına şahit oldum." Onunla karşılık beklemeden konuşmak tamamdı ama karşılık bekleren gerilmekten kendimi alamıyordum. "Tamam mıdır?"
Gözlerim odanın aralık duran kapısındaydı. Kalbim boğazımda atıyordu, kulaklarımda damarlarıma pompalanan kanın uğultusu vardı. Kapı bir gıcırtıyla iyice aralandığında soluğumu tuttum. Gerçekten bunu yapacaktık. Bir şekilde iletişim kuracaktık.
Bunca zaman, Harry'nin nasıl olup da bir hayaletin varlığına bağımlı bir şekilde yaşadığını merak etmiştim. Bunu kabullenmiştim, evet, çünkü aksini yapmak gibi bir seçeneğim yoktu. Ama kabullenmek merakımı törpülememişti, bir insanın nasıl onca sene boyunca suçluluğuna tutunup yaşadığını anlamamıştım. Etrafında dolanıp onu koruyan, bizi bir araya getiren Louis'nin onu arafta tuttuğunu düşünmeden edemiyordum, belki geride kalmış ruhu olmasa Harry bundan uzun zaman önce iyileşmiş olurdu. Ama diğer tarafta, belki de Harry'nin hâlâ yaşıyor olmasının tek sebebi oydu; geçen yıllar süresince onu sabahları yataktan çekip çıkarmış, suçluluğun cehennemiyle Harry'nin arasına girip onu yanmaktan korumuştu. Bu çok kafa karıştırıcıydı.
Ve şimdi o hayalet, ona soracağım soruları bekliyordu.
"Vay canına," diye mırıldandım. Odadaki beklenti an geçtikçe elle tutulur hale geliyordu. "Sana gerçekten soru sorabileceğimi hiç düşünmemiştim."
Ve o anda, bunca aydır cevabını içten içe merak ettiğim soru su yüzüne doğru süzüldü.
"Ölümünden gerçekten o mu sorumlu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nowhere Near Wonderland - [Harry Styles]
FanfictionSuçluluk duygusunun ve depresyonun yapış yapış karanlığı içinde yolları kesiştiğinde bir hayalet "yaşamayı bekleyerek ölen" iki insanı bir araya getirecek.