Kırk Dokuz

1.1K 79 78
                                    

"O iyi mi?"

"Hemen hemşireyi çağır!"

Gürültü. Farklı bir aydınlık. Gözüme tutulan ışık.

"Kriz geçiriyor!"

Bağırışmalar, hissetmediğim tenime batan iğneler, bir sedyenin sert yüzeyi, koridorlarda taşınırken hissettiğim sürekli sarsıntı.

"Solunum yolunu açık tutun! Beş miligram diazem hazırlayın!"

Kelimler. Anlam ifade etmiyorlar. Kafam. Sürekli bir yerlere çarpıyor. Başımın altına bir yastık koyuyorlar.

Birkaç saniye sonunda kaos diniyor. Huzurlu bir karanlığa sürükleniyorum. Karanlık aşina.

"Abigail? Abigail beni duyuyor musun?"

Gözümün içine tutulan ışıkla birlikte huzursuzlukla geri kaçıyorum. "Abigail, beni duyduğuna dair bir işaret verebilir misin?"

Boğazım acıyor. Sanki yıllardır su içmemişim gibi bir kuruluk bütün yutağımı sarmalamış, yutkunurken acı çekiyorum. Konuşmak için ağzımı açıyorum ama sesim çıkmıyor. Toprağa sürtünen ayakların sesini anımsatır tozlu ve pürüzlü bir hırıltı kulaklarımı doldurduğunda bu sesin benden geldiğini anlamam zaman alıyor.

"Kendini konuşmak için zorlama."

Gözlerimi odada gezdiriyorum. Oda geniş, dekorasyon güzel. Burayı bir yerden hatırlıyorum.

Etrafa bakınmayı sürdürürken kendime de bakıyorum. Üzerimde soluk pembe bir eşofman takımı var. Nerede olduğumu bilmiyorum.

"Abigail, ben doktor Phillard Farnsworth. Az önce sebebini çözemediğimiz bir kriz geçirdin. Durumun kontrol altına alındı ancak sana verdiğimiz sakinleştirici dolayısıyla kafanın karışık olması normal. Kısa bir süre sonra kendine geleceksin."

Bununla ilgili normal herhangi bir şey olduğuna inanmam mümkün değil. Kafamı odanın bir cephesini tamamen kaplayan pencerelere çeviriyorum. Dışarıdaki ağaçlık alan tanıdık. Puslu gün. Karlı kış.

Ama neden buradayım?

Bu adam neden bana sürekli Abigail diye sesleniyor?

İçeri daha genç bir adam giriyor. Yeşil gözleri, çikolata renginde kıvırcık bukleleri var, uzun boylu, geniş omuzlu. Aynı anda hem çok tanıdık geliyor hem de onu daha önce hiç görmemişim gibi hissediyorum.

"Doktor Farnswotrh..." Genç adamın sesi yumuşak. "Hastamızın durumu ziyaretçi kabul etmeye müsait değil ama Louis... Onu durduramıyoruz..."

O bunu söylediğinde arkadan gelen sesler dikkatimi çekiyor. Biri avazı çıktığınca bağırıyor, bu hayatımda duyduğum en korkunç ses, tüylerim diken diken oluyor. Ellerimle kulaklarımı örtme dürtümle güçlükle savaşıyorum. Sussun istiyorum, sesi hem zihnimi hem ruhumu parçalara ayırıyormuş gibi hissettiriyor.

Doktor Farnsworth'ün beni incelediğini görüyorum. "Kapıdan onu görebilir. İçeri girmesinin şu an için iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum."

Genç doktor kafa sallayıp odadan çıkıyor. Birkaç saniye sonra kapımda genç bir adam beliriyor, elleri sürekli hareket ediyor ve saçlarına asılmadığı anlarda kendine tokat atıyor. Beni görünce bir an için duruyor. "Alice." Sesi tiz ve tüyler ürpertici. Parlak mavi gözlerinde farklı bir ışık yanıyor. "Alice." İsmimi bir kez daha tekrarlıyor ve kendimi kapana kısılmış hissediyorum. Louis. Onu tanıyorum. Onun ismini defalarca duydum ama onu daha önce hiç görmediğimden eminim.

Kafam karışıyor. Ağlamaya başlıyorum.

"Alice! ALICE!"

Benim ağlamam kapıda dikilmekte olan genç adamın paniklemesine sebep oluyor. Doktor Farnsworth genç doktora Louis'yi alıp götürmesini söylerken bana doğru yaklaşıyor. "Abigail. Abigail, sakin ol, her şey yolunda."

Nowhere Near Wonderland - [Harry Styles]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin