Harry
"Buraya televizyon taktırırsan ya da müzik sistemi; ben giderim, George."
Konuşurken sesim gayet sakin çıkmasına rağmen patronumun karşısında aslında sinirden çatlamak üzere olduğum gerçeğini yadsıyamazdım.
George bana çaresizlikle baktı, söylediklerimden hoşlanmadığını biliyordum ama o da benim en başta burada işe girmemin sebebinin barın konsepti olduğunu biliyordu, "Müzik yok, televizyon yok, içeri gelin ve sohbet edin."
Müzik dinleme riskine giremezdim. Yıllardır müzik dinlememiştim ve dinlemeyecektim, kulaklarımın karşı çıkmadığı tek ses marketlerde, hoparlörlerden yayılan manasız melodiydi. Bunun haricinde nota duyduğum an kalp atışlarım hızlanıyor ve midem bulanmaya başlıyordu, yıllardır hissetmeye korktuğum her şeyi kapalı bir kapının arkasında saklıyordum ve o kapının anahtarı müzikti.
Ve televizyon... artık haberlerde Louis'nin yüzünü görmeyeceğimden emin olsam, kendi ismimden bahsedilmeyeceğini bilsem de ona da katlanamıyordum. Simon'ı hala görebilirdim ya da Zayn'i ya da Niall'ı ya da Liam'ı ve bunu kaldırabileceğimi sanmıyordum. Bir zamanlar hayatımın büyük bir kısmında yer alan insanların nerede olduklarından ya da ne yaptıklarından tamamen habersizdim ve böyle kalmaya devam etmek konusunda kararlıydım. Onları beni aramaktan vazgeçirmek tahmin edemeyeceğiniz kadar uzun sürmüştü ve üstelik bir cep telefonum ya da bilgisayarım olmadığı düşünülecek olursa çabaları takdire şayandı, ulaşılmaz biri olmak için gösterdiğim bütün çabalara rağmen iki yıl boyunca bana ulaşmak için her yolu denemişlerdi.
En sonunda pes ettiklerinde bu da beni mutlu etmemişti işin garibi. Kaçmakta olan bir mahkum gibiydim, kaçmaktan yorulmuş bir mahkum gibi; yakalanmayı içten içe istiyordum ama kendimi durduramıyordum da, yakalansaydım her şey daha mı kolay olurdu diye merak ediyordum bazen.
Hepsiyle yüzleşsem ve Louis'nin intiharının tek sorumlusu olduğumu söylesem belki beni oracıkta öldürürlerdi ve ben de ızdırabımdan kurtulmuş olurdum.
Oysa o kadar şanslı bir insan değildim.
"Harry," George eliyle kafasını kaşıyıp bana tartarak baktı. Beni kaybetmek istemediğini biliyordum, New York'a taşındığımdan beri burada çalışıyordum, güvenilirdim ve George ben varken günlerce buraya uğramasa bile her şeyin yolunda gideceğini biliyordu, kendime ait müşterilerim bile vardı. "Seni anlıyorum ahbap ama..."
Lafını kestim, "George," kollarımı göğsümde kavuşturup bacaklarımı omuz hizasında açarak çenemi kastım, George'la hemen hemen aynı boydaydık ama o enine daha geniş olduğundan bu benim daha uzun ve yapılı görünmeme sebep oluyordu, bundan yararlanarak ona olabildiğince yukardan baktım, "Televizyon ya da müzik gelirse ben giderim. Bu konuda taviz vermem, eğer bunlara niyetin varsa o kapıya eleman aranıyor ilanını şimdiden assan iyi edersin."
George bir süre daha beni süzdü, ne kadar ciddi olduğumu görmek istiyor gibiydi. İfademi hiç bozmadan ona bakmayı sürdürdüm, söz konusu geçmiş hayatımın bugünümle karışması olduğunda ölümüne ciddiydim. Teknolojiden olabildiğince uzak duruyordum, notalardan ve ekranlardan.
Bu değişmeyecekti.
George en sonunda omuz silkti, "Dua et ki mükemmel bir çalışansın, Styles. Kim düşünürdü ki... "
Omzuma atılı duran havluyu geri alıp bardakları kurulamaya devam ederken ona yarım ağız gülümsedim, "Sen iyi bir adamsın, George."
George iltifatım karşısında hafifçe kızarsa da kafa salladı, ardından elimdeki, kurulamakta olduğum bardağa baktı, "Yeni bardak aldığımı hatırlamıyorum, o elindeki çok kaliteli görünüyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nowhere Near Wonderland - [Harry Styles]
FanfictionSuçluluk duygusunun ve depresyonun yapış yapış karanlığı içinde yolları kesiştiğinde bir hayalet "yaşamayı bekleyerek ölen" iki insanı bir araya getirecek.