Kırk Üç

1.4K 93 34
                                    

Harry

Bara girdiğinde varlığını hissedip kafamı kaldırdım ve gözlerimiz buluştuğunda kendimi sırıtmaktan alıkoyamadım. İtiraf etmek istemiyordum ama varlığına bağımlı hale gelmiştim. Onunlayken kendimi huzurlu hissediyordum ve görüşmediğimiz birkaç saatte onu özlemiştim.

Üzerinde benim sweatlerimden biri vardı, altına bir tayt ve bağcıklarını bağlamadığı botlar geçirmişti. Upuzun saçlarını omzunun tek yanına almıştı, yataktan sadece birkaç dakika önce çıktığı o kadar belliydi ki ona bakarken sıcak çarşafların hissini tenimde duyumsuyordum. Bana kocaman gülümsedi, gülümsediğinde gözlerinin içi parlıyordu ve bunu izlemek bile başlı başına bana eve dönmüşüm gibi hissettiriyordu.

Bu garip bir hayattı. Kendimi ölü bir adamın peşinden gitmeye adadığım hayatıma bir tarafta olabildiğince kanlı canlı ve öbür tarafta yarı yarıya ölü biri girmişti. Sanki hem benden hem Louis'den bir parça taşıyordu ve bunu o da biliyordu. Bir gece, bara girip şu anda üzerine tünemekte olduğu tabureye oturmuş ve bilmeden hayatımı farklı bir yöne sokmuştu. Ona karşı koymaya çok çalışmıştım. Ölüme tutunmaya çalışmış, hayatın duvarların içine sızmasını önlemek için gereken her şey yapmış ama yaşamın yeşilliğinin göğsümün ortasında filizlenmesine engel olamamıştım ve filizler bir kere belirmeye başladığında onları durdurmak imkansızdı. 

"Bu geceyi yatakta geçireceksin sanıyordum." Bunu söyledikten sonra yüzünü biraz daha dikkatle inceledim ve renginin sahiden de her zamanki solgunluğundan daha beyaz olduğunu gördüm. "Keşke kendini yormasaydın."

"Sensiz çok sıkıldım," diyerek omuz silkti. Saçlarını ters tarafa attı, ona dev gelen sweatin kol yenlerini avuç içlerinde toplayıp çenesini avucuna yasladı. Bana bakarken gülümsüyordu, gözlerinde farklı bir bakış vardı ama kötü anlamda değil, daha çok sanki ayrı geçirdiğimiz anlarda o da beni özlemiş gibi. Onun da beni özlediği fikriyle gülümsedim. Bu hale ne zaman gelmiştim bilmiyordum; ne zaman birkaç saat görmediğim birini özlemeye başlamıştım, ne zaman birinin gözlerindeki bakışları yorumlar olmuştum, ne zamandır bu adamdım bilmiyordum ama teslim olmayı deniyordum. Kolay değildi ve zorluğu bir kenara, kafa karıştırıcıydı çünkü kalbimin bir kısmı sonsuza dek hasar almıştı ve hasar almamış kısmın büyük bir parçası asla geri getiremeyeceğim bir adama duyduğum özlem ve sevgiyle geri döndürülemez bir şekilde taşlaşmıştı. Kalbimden geriye kalan küçük, o gelene kadar yaşamaya isteksiz, korkak ve kırılgan parça savaşmak istiyordu. Kırılmak istemiyordu, yorulmak istemiyordu, birini sevmek, birini önemsemek hiç istemiyordu. Ama ben bu kızın bana hissettirdiklerini sevmiştim. Beni olduğum halimle kabul etmesini sevmiştim, aşık olduğum ölü adamı ilişkimize kabul etmesini, kırık parçalarımı kendi eksiklerine yamamasını, ikimizden bir yarım yapmasını (zira ikimizdeki parçaların toplamı bir bütün etmiyordu) sevmiştim. Yanında ağlayacak kadar kendim olabilmeyi, onun yanında ben olabilmeyi sevmiştim. Sevdiğim birini kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu biliyordum, hatta belki de dünyada bu hissi en iyi bilen insandım ve sırf bu yüzden, ne kadar mantıksız olursa olsun onları kaybetme ihtimaline katlanamadığım için sevdiğim herkesten uzaklaşmıştım ama bu sefer olmamıştı. Bu sefer işler benim kontrolümde gelişmemişti ve bunun sebeplerinden biri muhtemelen kontrolün büyük kısmının bir hayaletin görünmez ellerinde olmasıydı ama... Ama vardığım noktadan şikayetçi değildim.

"Neyse ki gecenin bitmesine çok kalmadı," dedim duvardaki saate bakarak. Haftaiçi günler saat ikide kapatıyorduk ve saat çoktan biri geçmişti. İçeride belki on kişi kalmıştı ve herkes kendi arasında sakin sohbetler ediyor, biralarını içerken hayatlarından memnun görünüyorlardı. Çok uzun zamandır ilk kez onlara bakarken hayatlarına yönelik kıskançlıkla karışmış bir nefret hissetmedim çünkü kıskanacak bir şeyim yoktu. 

Nowhere Near Wonderland - [Harry Styles]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin