on iki

3.3K 209 89
                                    

Alice

Bacaklarımı altıma toplayıp kucağımdaki bilgisayarı yeniden konumlandırdım, çenemde çıkmış sivilceyle oynamayı kesip yanımdaki kitabın bir sayfasını daha çevirdim. Boştaki elimle bir parça pizzayı diğerlerinden ayırdım ve gözüm hala kitap sayfasındayken sıcak pizzadan bir ısırık aldım. Bir parça sıcak domates dilimi yakınca ağzımdakileri düşünmeden tükürdüm, bir an sonra yarattığım pisliğe boş gözlerle bakıyordum, yeni bilgisayarımın klavyesi üzerindeki çiğnenmiş pizza lokmasını bir süre öylece inceledim.

Ardından kitabı bırakıp tuşların üzerindeki şeyi parmaklarımın arasına alıp ağzıma geri attım, kendi ağzımdan çıkan şeyden iğrenecek halim yoktu ya.

Gerçi kendimden iğreniyordum ama olsun.

Bugün, çişimi yapmak veya söylediğim pizzayı almak haricinde yerimden kalkmadan, pozisyonumu bozmadan geçirdiğim dördüncü gündü. Alışverişten döndüğüm günden beri bilgisayarımdan filmler izliyor, yanımdaki kitapları okuyor, tabletimden oyunlar oynuyordum.

Biraz başım ağrıyordu ama sanırım böyle yaşamayı sürdürebilirdim. Hiçbir şey yapmamanın getirdiği o sonsuz yorgunlukla günün bir noktasında bayılıyordum ve böylece uyku problemim de çözülmüştü –bir şekilde en azından.

Banyodan tıkırtılar gelince bir an korkuyla kafamı çevirip o tarafa baktım, ardından evde yalnız yaşadığımı anımsadım, hırsız girebilecek bir konumda değildi dairem, tabi hırsız az önce arkamdaki sokak kapısından girip doğrudan banyoya geçmemişse.

Tam tekrar önüme dönmüştüm ki banyoda bir şeyler bir kez daha tıkırdadı. Sesin kaynağını merak ederek kucağımdaki bilgisayarı önümdeki sehpaya bıraktım ve oturduğum yerden kalktım. Bu bir korku filmi olsaydı, az sonra ölmem gerekiyordu. Kısa bir süre için, aslında The Truman Show’daki gibi hayatımın bir film olarak çekildiğini ve ekranları başında beni izleyenlerin “Gitme, gitme, oraya gitme, GİTMESENE SENİ SALAK!” diye haykırdıklarını hayal ettim ve düşünce üzerine sadistçe sırıttım. Ekranları başında beni izleyenlerin bilmediği bir şey vardı, az sonra katilin olduğu odaya girsem ve kendi sonumla karşılaşsam bu beni üzmezdi.

Ölmek bana o kadar da korkunç gelmiyordu. Sadece bunu kendi kendime yapacak cesarete sahip değildim.

Banyoya ulaşıp ışığı açtığımda makyaj malzemelerimin durduğu minik çantanın, aynanın önündeki raftan lavabonun içine düşmüş olduğunu gördüm, benim hayatım da ancak bu kadar sıkıcı olabilirdi işte, Truman Show yok, beni canice katletmek için banyoma konuşlanmış katiller yok, sadece düşen makyaj çantaları var.

Aynı sırada küvetten bir ses gelince arkamı dönüp küvete baktım, şampuanım küvetin yanından küvetin içine düşmüştü. Kaşlarımı çatarak küvetteki şampuana baktım ve duş jeli şişesinin de şampuanın yanındaki yerini almasını izledim.

Evren bana artık banyo yapmam için işaretler gönderiyor olmalıydı, kokum onu bile rahatsız etmişti demek. Gözlerim karşımdaki aynaya takıldığında uzun zamandır ilk kez bu kadar kötü gözüktüğümü fark ettim, sıkı bir topuzla tepemde topladığım saçlarım, çenemdeki sivilce, altları morarmış ve çökmüş olan gözlerim, boynumdaki artık silik bir sarıya dönmüş olan morluk…

Annemden kaçıp buraya gelirken niyetim ‘yaşamak’tı, yaşar gibi yaparken ölmek değil. Ama yeşil gözlü iblisle seviştiğim geceden bu yana yaptığım tek şey depresyon çukurunun dibinde kendi pisliğime boğulmaktı –hem de gerçek manada.

Tekrar küvetin içinde, devrik duran şişelere baktım. “Tamam tamam,” dedim bir an sonra, kiminle konuştuğumdan emin olmayarak. “Duş alacağım.”

Yürüyüp muslukları açtım ve sıcak suyun küveti doldurmasını izledim. Üzerimdeki üç parça kıyafeti çıkartıp küvete girdiğimde sıcak su bedenimi sarmaladı ve günlerdir aynı pozisyonda oturmaktan ötürü katılaşmış kaslarımın gevşediğini hissettim. Küvetin içinde boylu boyunca uzanmışken hala kiminle olduğunu bilmesem de tekrar konuştum, “Teşekkürler.”

En sonunda, içinde yattığım suyu iki kez değiştirdikten ve ardından da ayaklarımın üzerine doğrulup yirmi dakika boyunca saçlarımı ve tenimi sabunladıktan sonra banyodan çıktım. Harry’le seviştiğim geceden beri üzerine yatmadığım yatağa ve hala o günkü şekilleriyle yatakta atılı olan kıyafetlere baktım, yatak ilk kez gözüme çekici geldi. Saat akşamüzeri dörttü ama saatlerin benim için pek bir önemi yoktu, üzerimde sarılı havluyla yatağa kıvrıldım ve günlerdir ilk kez kucağımda lanet olası bir sürahi yokken uykuya daldım. Gene de, gözlerimi kapattığımda bir çift yeşil göz görmekten kendimi alıkoyamıyordum.

*

Uyandığımda etrafa bakındım, dışarıda hava tamamen kararmıştı ve evin içinde de en ufak bir ışık bile yoktu. Panik duygusu ayak bileklerimden bacaklarıma ve oradan da gövdeme işkence eder bir yavaşlıkta tırmanırken kalbimin göğüs kafesim içindeki atışları hızlandı ve nefeslerim düzensizleşti, üzerimde gerçek olmadığını bildiğim bir ağırlık hissediyordum ama gerçek olmadığını bilmem hiçbir şekilde korkuma yardımcı olmuyordu. Hayal gücümün ürünü olduğundan emin olduğum nefes alış verişler kulağımı doldurduğunda gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı ve ardından o koku burnumu sızlatarak bütün benliğime doldu, viski kokusu, insanı olduğu yere çivileyecek kadar yoğun ve yakıcı…

Ne yaparsam yapayım kıpırdayamıyordum. Bedenimin üzerindeki ağırlık nefes alıp vermemi neredeyse tamamen engellediğinde boğulacağımdan endişelenerek doğrulmaya çalıştım ama beynimle bedenim arasındaki bağlantı kopmuş gibiydi çünkü beynimin verdiği hiçbir komutu bedenim yerine getirmiyordu.

Kıpırdayamıyordum.

Nefes alamıyordum.

Ölecektim.

Bir şeylerin kırılma sesi beni taşlaşmış durumumdan sıyırdığında gözlerimi açıp nefes nefese etrafa bakındım, sadece bir rüyaydı.

Sadece bir rüya.

Gözyaşları gözlerime hücum ederken yatağın içinde doğrulup oturdum ve bacaklarımı kendime çekip kollarımı bacaklarımın etrafına doladım. Kendimi güvende hissetmek istiyordum. Birilerinin varlığına ihtiyacım vardı.

Ardından beni uykumdan sıyıran kırılma sesini anımsadım ve bedenim bir kez daha buz kesti. Evde kırılabilecek tek şey sahip olduğum sürahiydi ve o da mutfak tezgahında duruyordu, ama nasıl kırılmıştı ki?

Minik ve sessiz adımlarla yataktan kalkıp altıma bir iç çamaşırı üzerime bir tişört geçirdim, bu sırada etrafıma bakınıp kendimi koruyabileceğim herhangi bir şey arandım ama etrafta öyle bir şey yoktu. Korkudan titreyen bacaklarımı zorlayarak odadan çıktım ve karanlık koridoru geçip salona girdim, karanlığa alışmış gözlerim delicesine hareket eden bir şekil ararken odayı birkaç kez inceledim. Ardından sessiz adımlarımı salonun ışık düğmelerinin olduğu tarafa yönlendirdim ve elim düğmeyi bulduğunda kalp atışlarımın hızı yüzünden bayılacağımı düşündüm. En sonunda ışığı yakıp karanlık odayı beyaz ışıkla yıkadığımda boş salona bakındım, açık mutfakta kırılmış cam sürahiden geriye kalan cam parçalarının ışıldadığını görebiliyordum.

Kalp atışlarım biraz normale döndüğünde kapının yanındaki ayakkabıları ayağıma geçirdim ve emin olmak için diğer odaları da bir kez daha gezdim. Ardından yerdeki kırıklara umutsuzca baktım. Bu da neyin nesiydi? Önce gerçekten kendi pisliğimden ölmek üzereyken devrilen şampuan şişeleri, ardından beni tüketen bir kabusun içindeyken kırılıp uyanmamı sağlayan sürahi…

Etrafa bakınırken ensemdeki tüylerin diken diken olduğunu hissettim. İzlendiğim hissi bedenimi sarmalarken birkaç kez arka arkaya yutkundum.

Garip olan, izleniyor olma hissinin bende korku uyandırmamasıydı.

Ah, kesinlikle deliriyordum.

Nowhere Near Wonderland - [Harry Styles]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin