Harry
Saat sekize geliyordu ve ben çoktan yorulmuştum. Karşımda asılı saate bakarken birilerinin saatin kollarına bal filan döküp dökmediğini merak ediyordum çünkü saniyeler ve dakikalar normalden daha ağır akıyordu.
"Merhaba," tanıdık bir ses duyunca sesin geldiği tarafa döndüm. Gece başladığından beri ilk kez bir gülümseyişin suratıma tırmandığını hissederek kıza baktım, "Selam."
"Bir bira alabilir miyim?"
"İçmeyeceksen neden...?"
Başladığım cümlemi omuz silkerek yarıda kesti, "Sakıncası var mı?"
Karşılık olarak ben de omuz silktim ve bir bira çıkartıp kapağını açtıktan sonra önüne koydum. Kız, adı Alice'ti yanlış hatırlamıyorsam, ben birayı önüne koyarken beni izliyordu. Bakışlarında beklemediğim bir yoğunluk gördüğüm için yarım bir gülümseyişle sordum, "Ne?"
"Çok yorgun görünüyorsun."
Kaşlarımı kaldırıp kıza şaşkınlıkla baktım. "Öyleyim zaten."
"Gece meşguldün galiba?" tek kaşını kaldırıp sırıttığında gerçekten ne kadar uzak olduğunu düşünüp kuru bir şekilde güldüm. "Ya," dedim, "Tabi."
Bir süre o barın önündeki taburede otururken ben müşterilerle ilgilendim ama gözlerinin beni takip etmekte olduğunu bilincindeydim, sıcak bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Bakışları tenimin altını karıncalandırırken bunun ne kadar yanlış olduğunu düşünmemeye çalışıyordum, o daha küçücük bir çocuktu, bakışlarından etkilenmem, ufak tefek bedeniyle ilgili şeyler düşünmem ahlaki açıdan yanlıştı.
Kafamı kaldırıp ona baktığımda göz göze geldik, elmacık kemiklerini belirginleştiren bir gülümseyişle bakışlarımı karşıladığında küfretmemek için kendimi zorladım. Benim onunla ilgili böyle şeyler düşünmem ne kadar yanlıştıysa onun da bana böyle bakması o kadar yanlıştı. Gene de ona gülümsemek için kendimi zorladım ama sonucunda suratım acıyla çarpılmışçasına bir ifadeyle kalakaldığımdan emindim.
Dolayısıyla barın arkasından çıkıp normalde pek yapmadığım bir şey yapıp henüz servis açıkken ortalığı toparlamaya başladım, bira şişelerini, boş bardakları seri hareketlerle toplayıp kafamı boşaltmaya çalıştım. Bacağım kadar kız yüzünden şekilden şekle giriyordum ve bu çok saçmaydı.
En sonunda tekrar bara dönüp kendimi kendi küçük alanıma hapsettiğimde ve Alice gene etkileyici mavi gözlerini üzerime diktiğinde derin nefesler alıp saymaya başladım. İçerdeki insanları saydım ve altmıştan sonra hesabı kaybettim. Ahşap kolonları saydım ama onların sayısını zaten biliyordum, o yüzden yeterince dikkatimi dağıtmıyordu.
Eğer bu kız yanı başımda oturup beni böyle süzmeye devam ederse önümüzdeki altı saati sağ atlatamazdım. Karşıda asılı saate baktığımdaysa şaşkınlıkla yerimden sıçradım, saat on olmuştu. Peki aradaki iki saat nereye gitmişti?
"Immm, şey," kıza dönüp baktığımda hala beni izlemekte olduğunu gördüm, suratındaki gülümseyip ben onunla konuşunca yayıldı, "Saatin var mı acaba? Sanırım barınki bozulmuş."
"Telefonumu evde bıraktım ve kol saatim de yok ama barın saatinde bir problem olduğunu sanmıyorum."
Bir şey demektense kafamı salladım. Tek düşünebildiğim bunun nasıl mümkün olduğuydu.
Aynı şey iki kez daha oldu ve ben daha ne olduğunu anlayamadan son seferler için çanı çalma vaktim gelmişti. Son içkilerin alan ve hesaplarını ödeyen insanlarla uğraşmam bittiğinde kızın sesini duydum, "Hey Harry?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nowhere Near Wonderland - [Harry Styles]
FanfictionSuçluluk duygusunun ve depresyonun yapış yapış karanlığı içinde yolları kesiştiğinde bir hayalet "yaşamayı bekleyerek ölen" iki insanı bir araya getirecek.