Dun hepimiz için fazla zor bi gundu bence. Sarilalim mi?
Louis
Yatağının ayakucunda oturmuş onu izliyordum. Az önce dairesine dönmüş ve üzerindekileri çıkartıp kısa bir duş aldıktan sonra başucuna benim için bir bardak koyarak uykuya dalmıştı.
Gevşemiş yüz hatlarını izlerken gülümsemekten kendimi alamadım, göğsü düzenli nefeslerle inip kalkarken aralanmış dudaklarından dışarı çıkan solukları duyabiliyordum. Onu böyle izlemek bana huzur veriyordu çünkü çatılmış kaşları, kasılmış çenesi olmadığında tekrar genç görünüyordu.
Bu geceyi düşündüm, yüksek oktavlı sesini, zehrini kusarkenki halini… Heyecan damarlarımda dolaşırken tarif etmesi zor bir gururla karşımda yatan adama baktım, bir yandan söylediği kelimeleri hatırladıkça içim sızlıyordu ama bir yandan da bunları en sonunda duyduğum için mutlu hissediyordum çünkü bu gece, hissetmişti. Harry, yıllar sonunda bir şeyler hissetmişti. Evet, hissettiği şey kızgınlık ve çaresizlikti ama bunları dışa vurmuş olduğuna inanamıyordum. O kadar uzun zamandır içine çekildiği kabuğunun dışına bir şeylerin taşmaması için uğraşıyordu ki bir noktada hislerinin kapatma düğmesini bulduğundan bile endişelenmiştim. Üzüntüden başka hiçbir duyguyu yaşayamıyor gibiydi ve üzüntü onu sürekli tüketiyordu.
Bugün… bu gece… Kızmıştı. Benimle olan iletişiminin tek taraflı olmasına kızmıştı, beni anlayamadığına kızmıştı. Alice’i umursadığını görebiliyordum, onun için endişeleniyor, onun etrafındayken yıllardır koruduğu soğuk havasını kaybediyordu ve bu gece boş barda haykırırken sinirinin bir kısmının o kıza hissettiklerinden kaynaklı olduğunu biliyordum. Ondan bu tarz bir tepkiyi o kadar uzun zamandır bekliyordum ki yerlere çarptığı bardakların çıkarttığı sesler kulaklarıma uzun zamandır duyduğum en huzur verici melodi olmuştu.
Üstelik ardından Gemma’yı aramıştı, herkesle birlikte hayatının dışında bıraktığı kız kardeşini. Gerçi hakkını yiyemezdim, Gemma diğer herkese oranla Harry’nin hayatında barınabilmişti, Harry kendini öldürmeyi ciddi ciddi planlarken Tokyo’ya gitmiş ve onu bundan vazgeçirmişti mesela ve bunun için ona ruhum var olduğu sürece minnettar olacaktım.
Şimdiyse yatağında uyuyordu işte. En yakın arkadaşım ve en başta ışığını sevdiğim adam; Ayıcığım. Bunu düşününce halsizce güldüm, ona dokunabildiğim, onunla şakalaşabildiğim zamanları çok özlüyordum. Ben, Harry’nin aksine uzunca bir süredir bunun ona değil bana bir ceza olduğunu düşünüyordum çünkü o beni göremiyordu, ben konuşmadığım için beni duymuyordu da. Oysa ben onu izliyordum, gözümün önünde büyüyüşüne şahit olmuştum, ölümümün yarattığı mutsuzluğun içinde boğuluşuna tanıklık etmiştim ve ağzından çıkan her kelimeyle, sesini her duyduğumda acı çekmiştim. Ona söylediğim son kelimelerin ne kadar nefret dolu şeyler olduğunu hatırladıkça benim için akmayan zamanın donmuşluğunda her bir geçmeyen saniye için onlarca gün acı çekmiştim, bu benim cezamdı. Ona olan hislerimi insanların tepkilerinden korkarak sürekli geri tuttuğum, onu, kendimi ve bu süreçte başkalarını harcadığım için ölümümden sonra huzuru bulamamıştım. Arkamda bıraktığım rezaleti görmem gerekmişti, Harry’nin yok yere kendisini suçlayışını izleyip bunu değiştirebilmek için elimden geleni yapmıştım ama bir yere varamamıştım.
Dediğim gibi, bir hayalet olarak onun peşine takılmış olmam benim hayattayken tam bir göt oluşuma karşılık bana verilmiş bir cezaydı, hem de cezaların en acımasızı; görüp duyup dokunamamak, konuşamamak.
Yatağın ayakucundan kalkıp yanına yürüdüm, suratının hizasına geldiğimde dizlerimin üzerine çöküp güzel yüzüne baktım. Keşke gözünün önüne düşmüş bukleyi geri itebiliyor olsaydım diye düşündüm endişesizce suratına dökülmüş çikolata rengi bukleye bakarken. Saçlarının arasında birkaç beyaz tel bile vardı, iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdılar ama ben orada olduklarını biliyordum. Kalbim bu düşünce üzerine sevgiyle sıkıştı. Yaşıyor olsaydım beraber yaşlanıyor olacaktık. İlişkimiz ne olursa olsun birlikte olacaktık. Oysa ben ölmüştüm, hem de olabilecek en saçma şekilde ölmüştüm.
İntihar ettiğimi düşünüyordu. Kendimi öldürdüğümü ve bunu kendisi o gece beni zorladığı için yaptığımı düşünüyordu. Gerçi, bütün dünya intihar ettiğimi düşünüyordu ve hemen herkes sebebin Harry olduğu teorisinde hemfikirdi. Oysa bütün dünya ancak bu kadar yanılabilirdi.
Uzanıp parmaklarımı suratına dokundurdum, şakağından başlayıp çenesine kadar inen bir çizgi şeklinde ılık tenini parmaklarımın altında hissederken bu hisse minnet ederek gözlerimi yumdum, keşke ona dokunduğumda vücudundaki bütün tüyler her seferinde ürpermeseydi, keşke ona dokunduğumda bunu hissetmeseydi. Ama hissediyordu, biri sıcak tenine soğuk parmaklarını bastırmış gibi her seferinde titriyordu.
Ve nitekim, uykusunun arasında bile bedenini minik bir titreyişle sarsıldı ve ince örtülerin altında biraz daha büzüldü. “Harry,” diye fısıldadım, “Seni seviyorum.” Huzursuzca yatakta öbür tarafa döndüğünde suratımı buruşturdum, sesimin en kısık hali bile onu rahatsız ediyordu.
Rahatsızlık demişken…
Hayalet olmanın faydalarından yararlanarak ayaklarımın üzerinde doğrulup gözlerimi yumdum, bir saniye sonra gözlerimi açtığımda dikildiğim ortam değişmişti, dışarıda günün batmak üzere olduğunu açık perdelerden görebiliyordum, oysa o pencerenin önünde oturmuş, dizlerini karnına çekmiş, boş gözlerle pencereden dışarıyı izliyor ve hafifçe öne geriye sallanmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu.
Şeytani bir gülümseyiş engelleyemediğim bir şekilde suratıma yerleşirken bir zamanlar sevdiğim kıza baktım. Ben hayattayken bile çok zayıftı ama şu anki zayıflığı insanı ürkütüyordu. Ben insan değildim, pek umursamıyordum, umurumda olan tek şey güçsüz bedenindeki güçsüz kalbinin Harry gerçekleri öğrenmeden önce durmamasıydı. Yıllar ona Harry’ye davrandığından daha sert davranmıştı, gerçi muhtemelen bunda benim de azımsanamayacak bir etkim vardı.
Düşünceye omuz silktim, gerçekleri saklamak konusunda bu kadar ısrarcı olmasaydı ben de onu delirtmek için elimden geleni yapmak konusunda ısrarcı olmazdım ama bir sebeple yedi yıldır onu delirtmek adına bulunduğum her girişimi bertaraf ederek sadece ikimizin bildiği gerçeği kendine saklamıştı. O bunu yapmasaydı ben de bunu yapmazdım.
Bunu-
Derin bir nefes alarak ağzımı açtım ve ona doğru bağırmaya başladım, “ELEANOR! GERÇEĞİ SÖYLE! ELEANOOOOR! ARTIK GERÇEĞİ SÖYLE!”
Kız daha ağzımı açtığım an ürkek bir tavşan gibi yerinde sıçradı ve ellerini kulaklarına bastırıp yararsız olduğunu artık öğrenmiş olmasına rağmen sesimi bloke etmeye çalıştı. Gözleri hızla yaşarırken titrek sesiyle yalvarmaya başladı, “Ne olur sus artık. Ne olur git, yalvarırım git…”
Sesimin tonunu bir tık düşürüp ellerimi belime yasladım ve gözlerimi devirip ona baktım, “Sen gerçeği söylemezsen gitmeyeceğim.”
“Nolur git, lütfen beni rahat bırak…”
“Bunu yapamayacağımı biliyorsun,” dedim ayağımla yerde ritim tutarken. “Yıllardır pes etmedin be kadın, yeter artık! SÖYLE DE KURTULALIM!”
Eleanor da bağırmaya başlamıştı, “GİT BAŞIMDAN, GİT, GİT, GİİİİT!” Çığlıklarına eşlik olarak kısa tırnaklarını tenine saplayıp tenini kazımaya çalıştı, “GİT BURDAN, GİT!”
O sırada odanın kapısı savrularak açıldı ve içeri Eleanor’un annesi Judy ve beyaz üniformasının içinde siyahi, genç bir adam girdi, “Gene başladı John! Durdur onu!”
Gözlerimi devirdim. Eleanor’la olan eğlencem bu sebeple hep kısa sürüyordu çünkü beşinci dakikadan önce ona bir sakinleştirici yapıp kafasındaki sesleri susturuyorlardı.
Yani beni.
Adının John olduğunu öğrendiğim bakıcı Eleanor’un ellerini tutup kendi teninde kırmızı şeritlerden lekeler oluşmasını engelledi ve önlüğünün cebinden çıkarttığı bir iğneyi hala histerik çığlıklar atmakta olan eski kız arkadaşımın koluna sapladı.
Eleanor kısa bir süre sonra bağırmayı ve çırpınmayı kesti ve gözlerindeki bakış boşlaştı. Sıkıntıyla ofladım, “En başında her şeyi söylesen bunların hiçbirini yaşamak zorunda kalmazdık.”
Güçsüzce mırıldanan Eleanor’a baktım, “Git, lütfen git, git artık, git…”
Anlamadığı şey şuydu ki, kendisine sakladığı gerçeği Harry öğrenene kadar hiçbir yere gitmeyecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nowhere Near Wonderland - [Harry Styles]
FanfictionSuçluluk duygusunun ve depresyonun yapış yapış karanlığı içinde yolları kesiştiğinde bir hayalet "yaşamayı bekleyerek ölen" iki insanı bir araya getirecek.