Alice
Bedenimi ele geçirmiş hüzünden ne yaparsam yapayım kurtulamıyordum. Üç gün önceki tek gecelik kaçamağımdan beri gene evden çıkmamıştım, hiçbir şey yapmadan ağlamış ve kucağımda sürahimle yatağımda uzanmıştım. İlk gün gün ışıkları pencereden silinip gece karanlığı her yeri örttüğünde ve sonrasında yeni günün aydınlığı yeniden ortalığı güneşe boyadığında pozisyonumu bile bozmadan pencereden dışarıyı izlemiştim.
Yemek yemek ya da çişimi yapmak için bile yerimden kıpırdamamıştım. Bir sebeple kendimde o gücü bulamıyordum, oysa bir gün önce her şey ne kadar güzel başlamıştı, uzun ve huzurlu bir uykudan uyanmış, evim için alışveriş yapmış ve duş almıştım.
İkinci gün sadece çişimi yapmak için yataktan çıktım ve hemen ardından tekrar yatağa girdim. Ve ağladım. Çok ağladım, nedeninden emin değildim ama gözyaşlarım birbiri ardına akarken onları durdurmak için elimden gelen hiçbir şey yoktu. Adaletsizliğe uğramışlık hissi üzerime ikinci bir deri gibi yapışmıştı ve kendimi bu hissin yapış yapışlığından kurtaramıyordum. Ağladım ve ağladım ve ağladım, normal bir hayata sonsuz bir özlem duyarak gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Başka on dokuz yaşındaki kızların yaşadıklarını yaşamak istiyordum, üniversiteye gitmek, yaşıtım olan erkeklerle eğlenmek, başka kız arkadaşlar edinmek, içmek ve kendimi kaybedecek derecede sarhoş olmak istiyordum. Tatillerde gideceğim bir evim olsun istiyordum, gıdığı ve göbeği çıkmaya başlamış, göz kenarları kırışmış bir anne, mutfaktan gelen yemek kokuları ve belki de sübyancı olmayan, iyi niyetli, kırklı yaşlarının sonuna ulaşmış bir baba...
Oysa hiçbirine sahip değildim. Sahip olduğum tek şey ne yapacağımı bile bilmediğim kadar çok miktarda para ve lanet olası bir cam sürahiydi işte. Ve bunun adaletsizliği beni ağlatıyordu, hoşlandığım adamlar benimle konuşmaya zahmet etmeyip sevişmemiz bittikten sonra kelimenin gerçek manasıyla benimkinden on adım ötede olan evlerine kaçan adamlardı. Annem alkolikti ve bir gıdığı, göbeği olmadığı gibi lanet olası bir Barbie Bebek kadar pürüzsüz bir tene sahipti -ve tabi ki genç yaşlı fark etmez, her biri beni becermek isteyen sevgililere.
İkinci günüm de böyle geçmişti dolayısıyla. Ciğerlerim sökülene, gözlerim şişip acıyana kadar ağlamakla bir bütün günü tüketmiştim.
Bugün de üçüncü gündü işte. Günlerdir içine bir şey girmemiş olan midemin acısıyla uyanmıştım gene de yataktan çıkmamıştım, bacaklarımın bedenim bir kenara ruhumu bile taşıyabilecek kadar güçlü olduğuna inanmıyordum. Günlerdir yatmaktan başka hiçbir şey yapmadığım halde yorgun ve tükenmiş hissediyordum. Kendime bile itiraf edemesem de özlem duygusuyla da içim kavruluyordu. Onu özlediğimi kabul edersem kendime olan saygımı yitirecektim sanki, on beş yaşındaymış gibi tek gecelik ilişkisinin ardından adama tutulan, yapışkan bir insan olduğumu itiraf edemiyordum.
Beni yataktan çıkartan mutfaktan gelen sesler olmuştu, gene.
Bu seslerin beni neden korkutmadığını bilmiyordum ama gerçekten hayatımla ilgili, hiçliğin ortasında bir şeylerin düşmesinden daha çok endişelendiğim şeyler vardı. Mesela beni kendisine çektiğini bildiğim ama nasıl kurtulacağımı bilmediğim depresyonum gibi.
Yere çarpan sert nesnelerin sesini en başta duymazdan gelmeye çalışmıştım.
Ama sesler kesilmemişti.
En sonunda kendimi yataktan söktüğümde ve salona yürüyüp açık mutfağa girdiğimde açık mutfak dolabını ve yere düşmüş konserveleri görmüştüm, sanki bunu yapan her ne ya da her kimse bana bir şeyler yememi söylüyor gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nowhere Near Wonderland - [Harry Styles]
FanfictionSuçluluk duygusunun ve depresyonun yapış yapış karanlığı içinde yolları kesiştiğinde bir hayalet "yaşamayı bekleyerek ölen" iki insanı bir araya getirecek.