Kırk İki

1.2K 114 21
                                    


Alice

Sesim o kadar kısık ve o kadar çatlak çıkmıştı ki sorumu duyup duymadığından emin değildim. Hayaletlerin duyma frekansı neydi ki?

Kapı önce yavaşça biraz daha aralandı ve midem içimde büzüldü, Harry'nin Louis'nin ölümünden sorumlu olduğunu düşünmek bile iç organlarım asitle doldurulmuş gibi hissetmeme sebep oluyordu. Tam daha fazlasını soracaktım ki bu sefer açılan kapı kapandı ve susup kapıyı izledim. "Benimle dalga geçmiyorsan bunu en iyi şekliyle hem evet hem hayır olarak yorumlayabilirim," dedim bir dakikanın sonunda. Bu iyiydi. En azından hayır kısmının vaat ettiklerini sevmiştim.

"Onu çok seviyorsun, değil mi?" Aslında bu cevabını gerçekten bilmek istediğim bir soru değildi. Birbirlerine aşık olduklarını, bu aralarındaki aşk değilse bile gelmiş geçmiş en büyük sevgiyi paylaştıklarını biliyordum; sonuçta ölüm bile onları ayıramamıştı.

Kapı açılıp duvara çarptığında boğazımdaki yumruyu yutmak için birkaç kez yutkunmam gerekti. Tabii ki onu çok seviyordu.

"Keşke sana cevabı evet ve hayırdan başka olan sorular sorabilsem. Keşke neden beni buraya getirdiğini sorabilsem, neden onunla olmamı istediğini bilsem... Onu hayatta tutmaya çalıştığını biliyorum, onu suçluluğundan kurtarmaya çalıştığını... Ama benim bunlarda rolüm ne, benden tam olarak ne istiyorsun bilmiyorum."

Sessizlik yoğundu, tenimi karıncalandırıyordu. "Onu çok sevdiğimi biliyorsun, değil mi?"

Kapının tokmağı duvara çarptı. Bu bariz bir evetti. "Güzel. Şimdi..." Bu çok zordu. Soracağım soruları bilmiyordum bile.

"Ekranıma yazdığın harfler..." Sanırım yapabileceğimin en iyisi, elimdeki ipuçlarından yola çıkmaktı, "Bu harfler bir isme mi ait?"

Kapı bir kez daha duvara çarptı. "Tamam, bunu zaten tahmin etmiştim. Şimdi o ismin kime ait olduğunu bulmak kaldı."

Boğazımı temizleyip yatağın içinde kıpırdandım, kazık yutmuş gibi dimdik oturduğumu o ana kadar fark etmemiştim. Ya da yumruklarımı sıktığımı; tırnaklarım avuçlarımın içine batıyordu.

"Niall?" Her ne kadar Niall kafamda hiçbir yere oturmasa da aklıma gelen ilk isim onunkiydi.

Kapı hızla kapandı.

"Tamam tamam, sinirlenme, ben de bir yanlışlık olduğunu tahmin etmiştim zaten. Etrafınızda bu isimde başka kim olduğunu bilmiyorum. Bir bilgisayarım daha olsa da onu da yaksan. Bu tahmin oyunu çok zor..."

Gözüm yatak örtüsünün altında kalmış tablete kaydığında uzanıp onu elime aldım. İnternete bağlı cihazda bir tarayıcı açtım ve ardından arama barına "Louis Tomlinson LNOR" yazdım. Ekrana düşen bağlantıların hiçbiri açıklayıcı bir şey sunuyor gibi değildi. En alta inince, ilgili olabilecek aramalar kısmını gördüm.

Ve bir saniye sonra cevabı bulmuştum.

"Eleanor Calder?" Odanın kapısı öyle hızlı çarptı ki duvarın sıvası döküldü. Ardından kapı duvara çarpmaya devam etti, duyamadığım haykırışları tekrar tekrar aynı kelimeyi dillendiriyordu; evet, evet, evet, evet....

Cevabı bulmuş olmanın verdiği heyecanla dolan gözlerimi kırpıştırdım. "Dur bir dakika. Eleanor... Bu ismi biliyorum. O... Senin kız arkadaşındı, değil mi? Seni o mu öldürdü?" Kafam karışmıştı. Louis'nin ölümünün bir intihar olduğunu onlarca farklı kaynaktan okumuştum. Harry onu öldürdüğüne dair bir şeyler zırvaladıkça daha derine ve daha derine inmiştim ama internetin spekülasyonlardan başka sunacak tek bir kanıtı bile yoktu. Louis Tomlinson, 2015 senesinin mart ayında, New York'taki Maddison Square Garden'da verdikleri konserden sonra, kaldıkları otelin çatı katından kendini atıp intihar etmişti. O sırada yanında başka kimsenin olmadığını biliyordum, Louis'nin çatıya çıkışını gösteren kayıtlar youtube'da milyonlarca tıklanma almıştı ve güvenlik kameraları olayın öncesinde ya da sonrasında, polisler gelene kadar kimsenin çatıya çıkmadığını açık ve net gösteriyordu.

Yine de... Sonuçta ölen Louis'ydi, kimse ölüm sebebini ondan iyi bilemezdi herhalde. Tabletin arama barına bu sefer Eleanor Calder yazdım, Louis'nin ölümüyle ilintili linkler ilk iki sayfada son buluyor, sonrasında Eleanor'un Louis'nin ölümünden önceki hayatı gözler önüne seriliyordu.

İntihar haberleriyle ilgili linklere tıkladığımda, dev gözlükleriyle yüzünün yarısından fazlasını gizlemiş kumral, zayıf bir kızın fotoğrafları önüme düştü. Paparazilerin fotoğrafları çekmek için onu köşeye kıstırdığı belliydi çünkü kızda fotoğraf çekilmeye hazır bir görüntü yoktu, aksine kız o kadar çökük ve mutsuz görünüyordu ki ona sempati beslememek elde değildi.

"Eleanor..." Kendi kendime mırıldandım. İsmi nedense tüylerimi ürpertiyordu. "Harry'nin suçluluğu üzerinde çalışacağız ve Eleanor bu konuda kilit isim, doğru mu anladım?"

Kapi yeniden duvara vurmaya başladı. Tekrar ve tekrar, durmaksızın aynı kelimeyi sayılıyordu: evet, evet, evet, evet....

İnkar edemeyeceğim derecede heyecanlanmıştım. Avuç içlerim terlemişti ve boğazım kurumuştu. Zihnimde dönen çarkların sesi kulaklarımı dolduruyordu, bir sonraki adımımı düşünürken adrenalinin bedenimi ele geçirdiğini hissedebiliyordum.

Sonunda Harry'yi suçluluğundan kurtarabilecek miydim? Fikri bile midemde çırpınan canlı balıklar varmış gibi hissetmeme sebep oluyordu. Onu suçluluğundan kurtarsam ondan geriye ne kalırdı? Tarifsiz bir korku benliğimi sarmaladı: kendimi onun yerine koymayı denedim, hayatımın büyük kısmında ayak bileklerimden beni kilitlemiş acıların, korkuların ortadan kalktığını hayal ettim. Beni bunca yıldır yiyen suçluluğu, aslında bunların hepsini hakettiğimi durmaksızın kulağıma fısıldayan sesin gittiğini... Ve korkum aniden katlanarak büyüdü. Suçlulukla yaşamak Stockholm Sendromuyla yaşamaktan farksızdı. Başta sizi esir alan bu duygu sonradan kişiliğinizin bir parçası haline geliyordu.

Boğazım düğüm düğümdü. "Louis... Ben... Ben korkuyorum."

Saç diplerimden enseme, oradan bedenimin geri kalanına bir ürperti yayıldı, tenimdeki her bir tüycük diken diken olurken kabuğuna çekilen bir kaplumbağa gibi boynumu içeri çektim. "Bu da neyin nesi?" Aynı his bir kez daha etkisini gösterdi; rahatsız edici olduğunu söyleyemezdim, daha çok soğuk havada ılık suya girmek gibiydi. "Bunu sen mi yapıyorsun?" Sesim pürüzlü ve pes tondan çıkmıştı. Bu sefer evet demek için kapıyla oynamasına gerek yoktu, tüylerim bir kez daha ürperdi ve her ne kadar bedenimin tamamı ürperse de sağ elimin karıncalanan parmak uçları bana olan biteni yeterince açıklıyordu. Onu görmüyor olabilirdim ama karşımda oturmuş, elimi tutmuş, bana yalvarmakta olduğunu biliyordum. Konuşmuyordu ama onu duyuyordum. "Lütfen, Alice. Son umudum sensin. Lütfen... Lütfen...."

Bu zamana dek ölümden asla korkmamıştım. Yaşadığım boktan hayatın son bulması endişe verici bir durum değildi, olsa olsa rahatlatıcı olabilirdi. Ama Louis... Ölüm ona son getirmemişti. Fiziksel varlığı son bulmuş olabilirdi ancak hala buradaydı, son yedi yıldır kendi ölümü en sevdiği insanın ölümüne sebep olmasın diye didiniyordu. İlk kez bunu onun açısından değerlendirdim. Harry'nin suçluluğu son bulduğunda ona ne olacaktı? Zavallı ruhu en sonunda takılıp kaldığı bu yerden azad olacak mıydı? Dünyayı onun gözünden görmeye çalıştım. Şeffaf varlığıyla sürekli Harry'nin peşinde dolaştığını, onu gördüğünü, duyduğunu ama dokunamadığını, konuşamadığını.... Onu bizi izlerken düşündüm. Beni buraya o getirmiş, ilişkimiz ilerlesin diye ikimizi de itelemişti ama... Ama bu, bizi izlemenin onun için kolay olduğu anlamına asla gelmiyordu.

Harry hayatıma girdiğinden beri benimle ilgili çok şey değişmişti. Kendimi etten duvarlar arasında oradan oraya savurup tek gecelik ilişkilerimin birinin sabahında artık uyanmamayı umuyordum. Neredeyse yirmi yıldır ilk kez birini gerçekten önemsiyor, gerçekten seviyordum. Hayatımda ilk kez gerçekten biri tarafından önemsendiğimi ve sevildiğimi hissediyordum. Gecelerimi zindan eden kabuslarım bitmemiş ancak azalmış, korkularım geçmemiş ancak katlanılabilir olmuştu.

Ve hepsi aslında Louis sayesindeydi.

Bunu yalnızca Harry'ye değil, ona da borçluydum.
"Tamam." Derin bir nefes aldım ve ardından, Eleanor Calder'ı nerede bulacağımı bana söylesin diye internetin derinlerine daldım.

Nowhere Near Wonderland - [Harry Styles]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin