0.1

18.4K 1.1K 260
                                    

Bölüm adı: "Sorular"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bölüm adı: "Sorular"

Ağaçtan düşdükten sonra gözlerimi iki kişilik rahat mı rahat, geniş bir yatakta açmıştım. Ah, canım iki kişili yatağım... Bir dakika, benim iki kişilik yatağım yoktu ki!  Tavandaki altın gibi parlayan nakışları görünce ilk başta bir ağaçta uyanıp yere çakıldığımı detayını bir anlık unutarak yataktan kalkmaya çalışmıştım, gerçi hatırlasam da başımın bu kadar ağrıyacağını ve döneceğini tahmin edemezdim.

Az önce olduğum pozisyona geri dönünce pes etmeden bu defa kafamı olduğu yerde yana çevirdim ve bakışlarımı her köşesi sanat eseri gibi duran odada gezdirdim. Kendimi bir ressamın tablosundaki bej rengi çarşafların arasında uzanan ve etrafı çiçeklerle kaplı yarıçıplak bir kadın gibi hissetmekten alıkoyamıyordum. Sonra o muhteşem soruyu sordum kendime."Neredeyim ben?"

Lanet olsun! Bu hangi dil? Ben bu dili ne zaman öğrendim? Eğer öğrenmediysem birileri ayarlarımla oynamış, ya da bana güncelleme mi gelmişti? Türkçe konuşmayı denediğimde başarısız olup tiz sesimle çığlığı basmıştım.

Attığım çığlık kendi kafamın içinde yankılanırken kapı sertçe açıldı ve adım seslerinin ardından siyah uzun bir elbise giyinip beyaz önlük takan topuz saçlı genç bir kız görüş alanıma girip kafamın üstünde dolan gözlerle bana garip garip bakmaya başladı. Ay, ben öldüm mü yoksa? "Leydim, uyanmışsınız!" Yok, uyanmışız çok şükür. Ben bu kızın konuştuğu dili neden ve nasıl anlıyorum? Sonunda webtoon okuya okuya delirdim mi yoksa?

"Ben Dük'e haber verip geleceğim, leydim." Ne dükü ya? Webtoon'un içine mi düştüm yoksa? Yok daha neler! Üstümdeki hafif yorganı kaldırıp giyindiğim geceliğin tarzına baktığımda hala inanmıyordum. Hatta etrafımdaki bana sanat eseri gibi görünen her eşyaya baktığımda bile inanamamıştım.

Beyaz ve altın renginin hakim olduğu lüks eşyalı geniş odada bulunuyordum ve güneş ışığı penceremden içeriye dolarak altın rengi eşyaların parlamasına, gözümün kamaşmasına neden oluyordu. Yatağım iki kocaman pencerenin arasındaydı ve etrafında ışığın rahatsız etmemesi için perdeler asılmıştı. Gerçi şu an garip bir eşyayla toplamıştılar perdeleri. Ayaklarımı uzattığım tarafta muhtemelen çıkış kapısı vardı, az önce kalkmaya çalıştığımda ilk gördüğüm şey kapıydı ve hızmetli oraya doğru koşturuyordu.

Biraz dikleşmeye çalışıp yeniden etrafta ne olduğuna baktığımda yataktan biraz uzaklıkla makyaj masası ve oturmak için deri koltuk olduğunu görmüştüm. Sol aşağı taraftaysa iki ve tek kişilik koltuklar ve bir masa vardı. Odanın içinde iki kapı daha vardı, ama ne olduğunu anlayamıyordum. Ve daha da başka eşyalar - kocaman vazolar ve tavana değecek kadar uzun çiçekler, yatağın iki tarafında da olan komidiler, koltuğun baktığı taraftaki temiz şömine, duvarın içinde oyulmuş kitap rafı, duvardaki resimler, kocaman bir piyano ve s. - vardı. Oda büyük olsa da eşyaların boyutu da büyük olduğundan oda hiç de boş görünmüyordu.

Odanın incelemesini bitirdiğimde kafamı yastığa koyup gözlerimi kapatarak düşünmeye başladım. Nasıl bir yerdeydim şu an ben? Sanki düşünsem bulacakmışım gibi... Göklerden vahiy mi inecek Sera? Hem de sana? Ama yine de kendime sorular sormayı seviyordum, bu kafamdaki şeyleri daha da netleştirmeme ve sorunumu anlamama yardım ediyordu.

Ben lafamın içinde bir şeyler yaşamaya devam ederken kapı açıldı ve birilerinin ağır ağır yaklaşan adım seslerini duydum.  Kalkmaya çalışmadan birisinin gelmesini bekledim gözlerimi kapatarak, zaten az önce odayı incelerken yorulmuştum. Birisinin varlığını hissedince hemen gözlerimi açıp beklediğimin aksine kafamın üstünde dikilen tahminen 50 yaşlarının sonunda olan bir adam gördüm. "Pardon, siz kimsiniz?" diye sordum kızgın bakışlı adama. Gelip insanların evinde uyuyup bir de üstüne bunu soruyorsam eğer Allah benim belamı versin, ben buna baya gülerdim.

"Nasıl yani leydim hafızasını mı kaybetti?" Bir kişinin fısıldamasının ardından görüş alanıma ilk gördüğüm ağlak hızmetli de girdi. "Leydim!" dedi, endişeyle. Bu ne diyor? Leydi falan dedi, değil mi? "Bizi tanımıyor musunuz gerçekten?" Kafamı olumsuz anlamda iki yana sallayıp kızgın bakışlı adamın görüş alanımdan çıkmasını izledim. Neden gelmişti ve neden gidiyordu belli değildi, ama benimle bakışmak için gelmediği kesin. Hızmetli onun arkasından nefret dolu kötü bir bakış attı, ardından az öncekinin aksine şefkatli bakışlarının hedefi olmuştum. Sanki önünde bir bebek var da onunla ilgileniyor gibi bakıyordu bana, o çok güzel bir kadındı... "Dük gitti, bana gerçeği söyleyebilirsiniz efendim."

"İyi de be gerçeği söylüyorum! Şu ana kadar gördüğüm kimseyi tanımıyorum ve hatırlamıyorum bile!" Sesimi biraz yükseltip şimdiden alıştığım garip dilde her kelimesini vurgulayarak söylendim. Hızmetlinin gözünden bir damla düşüp yüzümü ıslattığında şok olmuştum. Ardından da elleriyle yüzünü kapattı ve görüş alanımdan çıktı. Kalkıp ona baktığımda yere çöküp ağladığını ve iki kadın hızmetlinin ona destek olmaya çalıştığını gördüm.

Allah aşkına neler oluyor burada? Bu bir rüyaysa neden bu kadar gerçekçi?

Hayır, rüya değil. Rüya olsa ağaçtan düşüp kafamı yardığımda ruhum bedenimden ayrılırmışçasına acıtmazdı. O zaman bu ihtimali kenara bırakalım... Eğer reenkarne olduysam eski hayatımdaki benim ölmem gerekmez miydi? O gece bir hırsız ben uyurken evime girip bedenimi süzgece falan mı çevirmişti acaba, anlamadım ki? Bunu da geçelim... O zaman ben hangi kitaba, hangi hikayeye, hangi romana geldim? Önce bunu bulup sonra bu hayata alışmam gerekti. Ya da alışmam gerekir mi ki? Birden kendimi evde bulsam ne olacak?

Kendime cevabını bilemeyeceğim soruları sormak matematik işlemek gibi hissettirdiğinden önce kim olduğumu öğrenmeye odaklandım ve adını bilmediğim kişilere seslendim. "Hey, buraya bakar mısınız rica etsem?"

Orta yaşlı bir kadın hızla yanıma koşup başını eğdi. "Tabii efendim, bizim işimiz size hizmet etmek." Bunu garip bulsam da nasıl bir yerde olduğumu okuduğum kurgulardan biliyordum, o yüzden çok üstüde durmadım ve esas konuya geldim. "Bana benim kim olduğumu söyleyebilir misiniz?"

"Siz Valeria Ernest'siniz!" Kim olduğunu çok bildiğim için kaşlarımı çatıp dehşete bürünen yüzümle onu izlemeye devam ettim. Kim olduğumu anlamadığımı sanmış olmalı ki detay verme gereği duydu. "Dük Alex Ernest'in üvey kızısınız ve sosyetede çok ünlüsünüz. Altın takıları sevdiğinizden ve koleksiyonunuz olduğundan sosyetede adınız "Altın avcısı" diye geçer. Aşık olduğunuz bir genç efendi v-" Beni bekleyen gelecek aklıma geldiğinde daha fazla dinleyemeyip korku ve şaşkınlık dolu bir çığlık patlattım. "Nee?!"

Sonradan hakkımda yayılan söylentilere göre çığlığımı komşu düklük bile duymuştu. Bazıları benim delirdiğimi, bazıları hafızamı kaybettiğim için korkudan bağırdığımı, bazılarıysa içime şeytan girdiğini söylediler...

Gerçek şu ki ben gelecekte vahşicesine idam edilecek ve hayatı boyunca hiç sevilmeyecek olan zavallı bir leydiyim!

Selam! Bölüm başındaki fotoğrafları kolayca gözünüzün önüne getirebilmenize yardım etmek için koyuyorum. Tabi sizin aklınızda oda daha iyi tasarlandıysa onu düşünmeye devam edebilirsiniz. Karakter tanıtımı yapmayacağım, kapaktaki kız da temsili. Ana karakter değil yani. Yapmamamın nedeni herkesin farklı beklentilerinin olması. En iyisinin hayal gücünüz olduğunu düşünüyorum hehehe

leydi yaşamak istiyorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin