Bölüm adı: "Terris Rogers"
Bol yorum istiyorum, en azından 10 tane de olsa olsun ya :(((
Nancy ve Ronald'ın arkadaş olmaları ve bu kadar yakınlaşmaları konusunda ne yapacağımı bilmiyordum. Öyle bir insandan Nancy'yi korumaya mı çalışmalıydım, yoksa muhtemelen aşık olacağı kişiden onu ayırmam yanlış mıydı? Neredeyse her gün birlikte takılıyordular, hatta birlikte sarayın dışına çıkıp festivale bile gitmiştiler. Bu randevu değil de nedir? Nancy'ye sorduğumuzda kızmış ve yanakları kıpkırmızı olmuşu. 'Biz sadece arkadaşız.' dese de çoktan hoşlanmaya başlamış gibi duruyordu.
Şimdi bahçede oturmuş, beni tembihleyecek bir Maximo'nun olmamasının tadını çıkararak çay içip, kitap okuyordum. Cidden, biz nişanlıydık değil mi? Şimdiye kadar bana bir mektup bile yazmamıştı. Yazması da gerekmezdi ama yazması ve açıklaması gerekiyormuş gibi hissediyordum. O an tesadüfen gelip yetişmesinin ve nişan belgelerini saraydayken yazmasının imkanı yoktu, bunlar çoktan düşünülmüş şeylerdi. Aklından neler geçiyordu kim bilir, belki de ben henüz Adin Düklüğü'nden ayrılmadan önce her şeyi planlamıştı... Yine de benim işi elime yüzüme bulaştırma ihtimalimi göze alıp tüm bu hazırlıkları yaparak zamanında yetiştiği ve hayatımı kurtardığı için ona minnetdardım. Bunları düşünürken kitabı masanın üzerine bıraktım ve elimi gökyüzüne doğru kaldırıp hep taktığım mana taşı taşıyan yüzüğüme baktım. "İlk kez nişanlanıyorum ve bir yüzüğüm bile yok." Neyse ki nişanlanabileceğim çok insan ve takabileceğim çok yüzük vardı. Bunun için üzülmeme değmezdi.
"Şu her şeye burnunu sokan leydi sen olmalısın." Arkamdan gelen sesle korkup küçük bir çığlık attım. Ben elimle ağzımı kapatıp kendimi sankinleştirmeye çalışırken sesin sahibi saniyeler içinde masanın etrafındaki sandalyelerden birini dibime çekti ve gelip rahatça yanıma oturdu. Siyah saçlar ve mavi gözler, pahalı kıyafetleriyle ben Terris Rongers'ım diye bağırıyordu. Söylediği sözlere bakılırsa benim babasıyla konuştuğumun farkındaydı ve beni tehdit olarak görmüyordu. "Eğer babanıza zehir konusunu anlatmamı diyorsanız o benim, prensim." dedim, yapmacık yapmacık gülümserken. Bu adam da tehlikeli birisiydi, dediğim gibi krallığa giden yolda önüne çıkan her şeyi yakıp yıkmaya hazırdı. Ben de onun önündeki engellerden biri sayılırdım.
"Ne bok yemeye anlattın ki adama? Gül gibi ölüp gidecekti işte, şimdi uğraş dur yaşlı moruk ölsün diye." Açık konuşacağını ve küstah olacağını tahmin etmiştim ama bu kadarı da fazlaydı. Bu kadar kaba olup argo kullanması sinirimi bozumuştu, buna rağmen kibar olmaya çalışarak gülümsedim. "Uğraşın o zaman, benim gibi birisi önünüzde engel olamaz."
Sırıttı ve yüzünü yavaşça yüzüme yaklaştırdı. Ilık sefesi yüzüme çarparken şaşkınlıkla yutkundum. "Benimle saygılı konuş, ben senin arkadaşın değilim." Halbuki yaptığım bir saygısızlık yoktu ve küstah olan kendisiydi. Kendimi hemen toparladım ve kendime geldim, en azından aramızdaki saygıyı korumamız gerekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leydi yaşamak istiyor
Historical Fiction"Alın kellesini!" O an son defa yaşamak için bir şeyler yapmaya çalıştım ama ne gücümün, ne de sebebimin olduğunu farkedince kafamı eğip çaresizce bekledim. Ölmek istemiyordum, kesinlikle ölmek istemiyordum...Kendimi bu konuda teselli etmeye çalışsa...