Uzay Aren Arslan
Eve girdiğimizde kızlar bizi kapıda karşıladılar. O an tek istediğim kız kardeşime sarılmaktı. Mislina hissetmiş gibi kollarını boynuma doladı. Elsa bir şeyler olduğunu kestiriyor ama sormaya çekiniyor gibiydi. Kimse ne olduğunu bilmiyor ama bir şeyler olduğunu görebiliyorlardı.
"Özür dilerim." Bütün acılar yaşanırken çocuk olduğum için özür dilerim diyemedim. Gücüm yetmedi diyemedim. Kardeşimin kollarını yavaşça kendimden uzaklaştırdım. Evde fazla kalamadım. Duvarlar üzerime üzerime gelirken kendimi tekrar dışarıya atmak istedim. Aldığım nefes ruhumu daraltıyor gibiydi. İçimdeki sıkıntıyı bir türlü atamadım.
"Demir anahtarı verebilir misin?" Herkes sorgular gözlerle bana baktı. Demir olumsuz bir bakış attı.
"Nereye? Bu halde bir yere gidemezsin."
"Yapmayın ne olur. Nefes alamıyorum. Burda kaldıkça boğuluyorum." Demir kararlılıkla karşımda durdu.
"Tam olarak bu yüzden gidemezsin. Bu halde araba kullanamazsın."
"Demir, anahtarı ver! Kalbini kırmak istemiyorum. Beni zorlama." Elsa ağabeyinin elinden anahtarı alıp elimi tuttu ve beni kapıya doğru çekiştirdi.
"Sen nereye?" Hayret edercesine baktım ona.
"Seni bu halde tek başına bir yere gönderemem. Nereye gidiyorsan birlikte gideceğiz." Kimse Elsa'ya itiraz etmedi.
"Anahtarımı ver ve lütfen evde kal. Yalnız kalmaya ihtiyacım var." Gözlerime baktı ve kendi kendine buna gerçekten ihtiyacım olup olmadığını sorguladı. Verdiği karar neticesinde avucumu elleri arasına alıp bir öpücük kondurdu ve anahtarı verdi.
"Sinirli olduğun zaman çok hızlı araba kullanıyorsun. Aklımız sende kalmasın. Bir hata yapmadan önce kızımızı düşün olur mu?" Ona içini rahatlatacak bir söz verip evden çıktım. Arabayı çocukluğumun geçtiği yere sürdüm. Toprak altında bile olsalar şuan annemle babama ihtiyacım vardı. İçimdeki boşluğu ne karım ne kardeşim ne de çocuğum dolduramazdı. Ben onlar vefat edince bir anda büyümüştüm. Onlar toprağa girince büyümek zorunda kalmıştım. Ben o mezara gidince elinde su tabancasıyla anne babasının hayatını kurtarmaya çalışan çaresiz çocuk oluyordum. Ruhum aynı acıyı yaşıyordu. Bazı acılar unutulmaz ve her ânı zihne kazınır. Düşününce dahi kalbi daraltır. O mezarlıkta kalbimi daraltan anılar zihnimde canlanıyordu ama şuan gidecek başka bir yerim yoktu. Saate baktığımda imsak yeni girmişti. Güneşin doğmasına henüz vardı. Arabamı kapıya yakın bir yere park ettim. Gidip önce mezarlığın içindeki çeşmede abdest aldım. Soğuk su bir titreme ile uyuşmuş bedenimin kendine gelmesini sağladı. Kendime gelince çeşmenin yanındaki bütün boş bidonları çeşmeden akan suyla doldurdum. Bir nevi kendimi kabrin başına gitmeye hazır hissedene kadar oyalamış oldum. Nihayetinde bütün bidonlar su ile dolunca iki tanesini alıp tıpkı bir çocuk gibi ayaklarımı sürüye sürüye kabrin başına gittim. Mezar taşında anne ve babamın ismini görünce çenemin titremesine engel olamadım. Sonra gözlerim doldu. İsimlerini okuyamayacak hale gelinceye dek bulanık görecek kadar doldu. Bir damla yanaklarımdan aşağı süzüldü. Salyamı yutamaz oldum. Burnum aktı ve mendilim olmadığı için sinirle burnunu çektim. Annem olsa kareli kumaştan olan mendili cebimden çıkartır ve onun süs olsun diye orda durmadığını, burnumu silmek için kullanmam gerektiğini söylerdi. Annem olmadığı için mendilim yoktu. Belki büyüdüğümden taşımaya gerek duymuyordum ama dedimya işte ben burada çocuğum diye. Ondan her şeyi çocukluğuma vuruyorum.
"Ben geldim anne. Eksikliğini bütün hücrelerimde hissettiğimden geldim." Ellerim titrek dizlerim tutmaz olduğundan su dolu bidonları yere koydum ve mezar taşına tutundum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akasya Çiçeği
Spiritual-16 Temmuz 2015- *** Sevmek diyorum, sevmek kötüyü iyi bilmek. Olmayan umut tarlasına mutluluk tohumları ekmek. Sonra da o tarlanın vereceği sevgi tomurcuklarını beklemek. Hiç bitmeyecek olan tomurcuklar... Ben de o tarlaya tohumlarımı ekmiş hiç ol...