Tuğsem Elsa Maren Arslan
Sızlayan bedenim, üzerinde sanki bir beton yığını olan gözlerim ve henüz uyanmış zihnim... Neredeydim ben? Sürekli uyutulmaktan zaman kavramını kaybetmiştim. Bedenime dokunan bir el hissettiğimde titredim. Ağırlaşmış gözlerimi açmaya çalışıyorum fakat odadaki ışık bana hiç yardımcı olmuyordu. Her denemede başarısız oluşumla birlikte tam pes etmişken bir el tarafından açılan sağ gözüm ve sanki gözüme değilde beynime tutulan ışıkla uyanmaya zorlandım. Aynı işlem diğer gözüme de uygulandı. Bir süre görüşüm bulanık kaldı. Acaba neredeydim? Kurtarılmış olma ihtimalim ne kadardı? Birileri beni bulmuş ve hastaneye getirmiş olabilir miydi? Peki öyle olsa ailemden birisi gelip benimle konuşmaz mıydı? Yada ne bileyim ben parmağımı oynatırdım onlar da heyecanla doktor çağırırlardı falan işte. Kimi kandırıyordum?
"Uyandın demek. Deniz bu habere çok sevinecek." Duyduğum sözler hala kim olduğunu ve amacını bilmediğim manyak bir doktorun elinde olduğumu gösteriyordu. Manevi açıdan zayıfladığım gibi bedenen de zayıfladığımı hissediyordum. Varlığını unuttuğum kişi tekrar konuşarak kendini hatırlattı.
"Amma uykucu çıktın be yavrum." Elim istemsizce karnıma gitti. Düzensiz beslenmem yüzünden bebeğime bir şey olmuş mudur? Verilen ilaçların ona zarar verme olasılığı çok büyük.
"Konuşmayacak mısın?" Farkında olmadan yüzüne baktığım kız elini sağa sola hareket ettirerek dikkatimi toplamamı sağladı.
"Ne-" Bir kelime dahi konuşamadan öksürük tutması boğazımın kuruduğuna işaretti.
"Kusura bakma unuttum. Hemen su getiriyorum." Taşlaşmış bedenimi minik kas hareketleriyle uyandırıp kendimde güç bulduğum vakit oturur pozisyona geldim. Bu benim için fazlaca zor olmuştu. Kim bilir ne zamandır uyuyordum?
"İşte suyun." Kızın uzattığı suyu güçsüz kollarımla almaya çalışırken neredeyse bardağı düşürüyordum.
"Tekrar özür dilerim. Bu kadar halsiz olabileceğini düşünemedim. Ben içireyim." Kafamla onu onaylar bir hareket yaptım. Yudum yudum içtiğim su ciğerlerime inerken aynı zamanda yakmıştı da. Uzun zamandır kuru kalan boğazım suya dahi yabancılaşmıştı.
"Kimsin sen?"
"Nihayet konuşabildin. Haftalardır burada çok sıkıldım. Geldiğinde bir süre ağır yaralı halde olduğundan uyutuldun. Değerlerin normale dönünce ilaçlara ara verildi ama sık sık ateşlendin ve kabuslar gördün. Bir türlü bilincin yerine gelmedi. Deniz seni uyanmış bir şekilde görmeyi çok istedi ama Türkiye'ye dönmek zorunda olduğundan göremedi. Birazdan ona haber vereceğim. Bu habere çok sevineceğinden eminim." Türkiye mi? Biz zaten Türkiye'de değil miyiz?
"Bir dakika. Neredeyiz biz? Kimsin sen?" Umarım zar zor çıkan sesimle sorduğum sorulara cevap verirdi. Az önce kimsin sen dediğimde bile sorum haricinde her şeyi anlatmıştı.
"İsmimi bilmene gerek yok ama bana seslenmek istersen Kılçık diyebilirsin. Genelde herkesin keyfini kaçırdığımdan böyle bir lakaba sahibim. Kendim seçtim." Yine ne tür bir manyağa denk geldim ben? En azından kendini biliyor.
"Bak Kılçık, Deniz beni kaçırdı. Senin neyin bilmiyorum ama ona yardım etmemelisin. Bu işin sonunda senin başın yanar." Kılçık gülerek ayağa kalktı. Ne tuhaf bir isimdi bu.
"Biz illegal işler adamıyız. Bize bir şey olmaz ama bir şeyi bilmeni isterim. Deniz sana çok değer veriyor. Sen neredeyse ölmek üzereyken kendi canını tehlikeye atarak seni buraya getiren o oldu. Başınızda nasıl bir bela var bilmiyorum ama Deniz için çok değerli olduğun belli. Üzgünüm ama o gelene kadar benim kontrolüm altındasın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akasya Çiçeği
Spirituelles-16 Temmuz 2015- *** Sevmek diyorum, sevmek kötüyü iyi bilmek. Olmayan umut tarlasına mutluluk tohumları ekmek. Sonra da o tarlanın vereceği sevgi tomurcuklarını beklemek. Hiç bitmeyecek olan tomurcuklar... Ben de o tarlaya tohumlarımı ekmiş hiç ol...