Uzay Aren Arslan
Elsa'nın yanından çıktıktan sonra uyumak için misafir odasına gitmiştim fakat uyku tutmayınca bahçeye çıkmaya karar verdim. Etrafa göz gezdirip bahçenin odamı gören bir köşesine geçip çimlere oturdum. Yarım saat bir saat kadar öylece olduğum yerde kıpırdamadan durmaya devam ettim. Pencerede oluşan hareketlilikle gözüm oraya kaydı. Demek uyumamıştı. Hoş, uyuyabileceğini de sanmıyordum zaten.
O gözlerini göğe dikmiş ayı izliyordu bense onu. Ellerimin hafif titremesiyle yine kullanma zamanımın geldiğini anlamıştım. Belki çok uzun zamandır olmasa da bağımlı olmama yetecek kadar uzun süredir kullandığımı farkettim. Her şey iyiye gidiyorken önüme takılan en büyük engellerden birisiydi uyuşturucu. Kağan'ın bana attığı en büyük kazıktı. Bir aralar psikolojim iyice bozulmuşken bana gösterdiği tek çıkış yolu gibi görünen çıkmaz sokaktı aslında. Ayağıma bağladığı koca prangalardı. Tedavilik durumda değildim henüz. Sadece nefsime söz geçirip kullanmayı bırakmam gerekiyordu. Tabi bunun için de ufak krizleri göze almam ve bir süre meslekten uzaklaşmam da... Hayatımın en yoğun ama en güzel dönemlerinde olmasaydım bu çıkış yolunu deneyebilirdim. Galiba bunu yapamayacaktım ve sonrasında da zaten yapmak için fırsatım kalmadan her şey için çok geç olacaktı.
Bazen düşünüyorum. Elsa nasıl oldu da benim gibi pislik bir adamın karısı oldu. Dedemin zorla da olsa beni bu girdiğim pislikten çıkarmak için uzattığı yardım ellerinden en temiziydi bu. Tutmaya kıyamadığım, kendi pisliğimi ona bulaştırmaya korktuğumdan.
Şu son zamanlar onun imtihanı benimse armağanımdı. Ağlamış olmalıydı. Göz yaşlarını siliyordu. Yoksa neden gitsin ki elleri yanaklarına?
Tam olarak şu andan utanıyordum. Titreyen ellerimle, tüm acizliğim ile neden o tertemiz elleri tutmuştum ki? Her neyse. Ben onu uyarmıştım. Bu işe kendi bulaştı. Ben bu saatten sonra ne kadar değişebilirim sanki? O da sonunda kabul edecekti beni bu halimle. Sonuçta şimdiye kadar da bunu yapmadı mı? Hala uykum gelmeyince telefonumu çıkardım ve rehberde gezinmeye başladım. Galiba beni yargılamadan anlayıp dinleyen tek tük dostlarımdan birini arayacaktım.
Evrem, çete dışında görüştüğüm nadir insanlardandı. Gerçek dost diyebileceğim bir yeri vardı hayatımda. Hatta dosttan da öte kardeşti benim için. Çok sık görüşmesek de görüşünce sağlam dert döküyorduk birbirimize. Telefonu genellikle hep açık olurdu. Bu saatte aramama belki biraz sövebilir ama ne yapalım öyle olması gerekti. Arama tuşuna basıp beklemeye başladım. Bir iki çalmadan sonra açtı telefonu.
"Gece gece rüyanda mı gördün lan beni? Karga daha, her neyse. Ne oldu? Önemli bir şey yoktur inşallah."
"Yok" Gülümsedim. Bir kaç dakika telefonu uzaklaştırdım kulağımdan. Şuan duymak istemeyeceğim küfürler saydırıyordu çünkü.
"Bitti mi?"
"Bitti. Şimdi söyle derdini."
"Hiç ya, öylesine aradım. Konuşacak insan bulamayınca sana sarayım dedim."
"Aren ben seni senden daha iyi tanıyorum. Açtırma benim bayramlık ağzımı da söyle ne söyleyeceksen."
"Evleniyorum. Nikah şahidim olur musun diyecektim. Dini nikahı kıydım ama resmide bari haberin olsun. O kadar da muhabbetimiz var dedim hani." Şuan şaka yaptığımı düşünüyor olmalıydı. Oysa ki ben çok ciddi bir şekilde söylemiştim.
"Salak salak konuşma. Başka zaman dinlerim zırvalamalarını ama şuan gerçekten çok yorgunum. Yarın her zamanki yerde buluşalım. Beyza biraz ağzıma tükürecek belki iznimi seninle harcayacağım için ama iyi darlamışlar seni belli. Ne dersin tamam mı?" Çok güzel fikirdi ama yarın Elsa'yı tek başına bırakmak istemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akasya Çiçeği
Spirituale-16 Temmuz 2015- *** Sevmek diyorum, sevmek kötüyü iyi bilmek. Olmayan umut tarlasına mutluluk tohumları ekmek. Sonra da o tarlanın vereceği sevgi tomurcuklarını beklemek. Hiç bitmeyecek olan tomurcuklar... Ben de o tarlaya tohumlarımı ekmiş hiç ol...