Tuğsem Elsa Maren Arslan
Ani bir kalp çarpıntısıyla gözlerimi açtım. Gördüğüm kabusun etkisiyle ellerim titriyordu. Ali kucağımdayken uyuya kalmışım. Onu yavaşça beşiğine yerleştirip pencereye yöneldim. Dışarıda şiddetli bir fırtına vardı. Gök gürlüyor, şimşekler çakıyordu. Üzerimi düzeltip kendime çekidüzen verdikten sonra alt kata indim. Görevliler büyük bir telaşla yağmurun altında kalan koltukların üzerine muşamba örtmeye çalışıyorlardı.
"Yağmur çok şiddetli. Islanırsanız hasta olursunuz. Bırakın öyle kalsınlar." Yağmura rağmen sesimi duyurmaya çalıştım ama onlar yine de ellerinden geldiğince örtüp hızla içeriye kaçtılar.
"Bir anda bastırdı. Mevsimler iyiden iyiye kaydı." Havaya bakınca yoğun sisten görüş mesafesinin çok kısıtlı olduğunu farkettim.
"Herkes nerede?" Gülin Hanım Aren'in çıktığını diğerlerinin ise misafir odalarında olduğunu söyledi. Aren'in nereye gittiğini bilen kimse de yokmuş. Giderken telefonunu ve cüzdanını ise evde unutmuş. Havayı görünce içime bir korku düştü. Yağmur çok şiddetli yağıyordu. Umarım bir yerde durup bekliyordur. Şuan yol hiç olmadığı kadar tehlikelidir. Fırtınalı günlerde asfalt sabuna bulanmış gibi kaygan oluyor. Aren'in şoförlüğü iyi olsa da bu endişemin önüne geçemedi. Aren'in çalışma odası evin girişini görüyordu. Oraya geçip boydan penceresinden yolu izlemeye başladım. Kapı tıklatılınca gelen kim diye baktım. Gülin Hanım bir fincan sıcak salep getirmişti.
"Hava biraz serin gibi. Klimayı ayarlamamı ister misiniz?" Elinde tuttuğu poları bana uzattı. Teşekkür ederek elindekileri aldım.
"Aren gelirse haber verir misiniz?"
"Tabi Elsa Hanım." Gülin Hanım odadan çıkınca kendimi Aren'in pencere önündeki koltuğuna bırakıverdim. Dizlerimi toplayıp poları üzerime örttüm. İçeceğimi yudumlarken zihnim gördüğüm kabusun etkisindeydi. Elimde bir silahla evimize yapılacak olan baskından herkesi korumaya çalışıyordum. Kucağımda Ali'nin olmasının verdiği çaresizlik ve güçle hareket ediyordum. Aren yoktu ve her yerde deli gibi onu arıyordum. Bu kabusun üzerine onu evde bulamamak beni korkutmuştu. O yüzden ona has kokan bu odaya attım kendimi. Onsuz odam bomboş gelmişti bana. Telefonunu masanın üzerinde görünce kalkıp elime aldım. Birden çalmaya başlayınca ürperdim. Efe arıyordu. Açıp açmama konusunda kararsız kaldım ama sonunda açmaya karar verdim.
"Şükür sonunda açtın telefonu. Ağabey saatlerdir sana ulaşmaya çalışıyorum. Önemli bir istihbarat aldık."
"Merhaba Efe. Ben Elsa. Aren telefonunu evde unutmuş. Önemli bir mesele mi var?"
"Anladım yenge. Yanında ona ulaşabileceğim biri var mı?"
"Maalesef yok. Bende ondan haber bekliyorum."
"Tamam. Ben ulaşırsam sana haber veririm. Allah'a emanet ol." Telefonu kapatıp görüşmeyi sonlandırdı. O sırada Aren'in son aramalarına ve mesajlarına baktım. En son Çakıl'ın ablası aramış. Onu arayıp aramama konusunda tereddüt ettim. Efe ona ulaşabileceği birini sorunca aklıma bu numarayı ona atmak geldi. Numarayı Efe'ye gönderip beklemeye devam ettim. Saatler geçti ama Aren'den bir haber gelmedi. Pencere önünde oturmaktan sıkılıp daha önce izlemeye başladığım diziyi açtım. Pedar bir İran dizisiydi ve ülkemizde yayınlanan diğer dizilere nazaran daha muhafazakar bir yapısı vardı. Kafamı dağıtmak için dikkatimi izlediğim diziye vermeye çalıştım.
Dizide Hamid ve Leyla'nın hayatı anlatılıyordu. Şuan olduğum bölümde Leyla Hamid'in ölüm haberini almış ve hayata küsüyordu. Bir bebekleri vardı ve onunla ilgilenemiyordu. İzlerken içim parçalandı. Ağlamaktan gözlerim şişti. Leyla'nın feryadı bana Amira'yı hatırlattı. Bütün susmalarının içinde kulakları sağır edecek cinsten bir çığlık vardı ama bunu yalnızca kalbi yananlar duyardı. Birkaç bölüm izledikten sonra daha fazla üzülmemek adına diziyi kapattım. Aren'in telefonunu alıp bir şey bulma umuduyla mesajlarına baktım. Kağan'dan gelen bir mesaj dikkatimi çekti. Bir video göndermiş. Videoyu açıp izlediğimde bir süre olan biteni idrak etmekte güçlük çektim. Elimdeki telefonla birlikte hızla Ateş ağabeyimin kaldığını tahmin ettiğim misafir odasına gittim. Kapıyı tıklatıp açmasını bekledim. Kapıyı açtığında yüzünde uykulu bir hal vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akasya Çiçeği
Spiritual-16 Temmuz 2015- *** Sevmek diyorum, sevmek kötüyü iyi bilmek. Olmayan umut tarlasına mutluluk tohumları ekmek. Sonra da o tarlanın vereceği sevgi tomurcuklarını beklemek. Hiç bitmeyecek olan tomurcuklar... Ben de o tarlaya tohumlarımı ekmiş hiç ol...