Uzay Aren Arslan
Gecenin kör vaktinde bulunduğumuz binanın en üst katına çıkıp orda bir teras buldum. Galiba kafa dinlemek için en uygun yer olsa gerek. Şuan sigara kullanıyor olsaydım çoktan ikinci pakete geçmiştim. Buz gibi hava tenime değdikçe içimdeki ateş söner diye umuyordum ama pek fayda etmiyordu. Ellerimi terasın korumalıklarına koyarak etrafa bakındım. Sonra başımı gökyüzüne çevirdim. Ay benimle yalnızlığımı paylaşıyor gibiydi. Derin derin nefesler alıp verdim. Üzerimde saatlerce salya sümük ağlayan kız kardeşimin bıraktığı ıslaklıklar vardı. Buna sebep olanlardan hesap soramamak içimi kemiriyordu. Sonra Ali geldi aklıma. Hayata tutunmaya çalışan minik oğlum. Sanki ona ihtiyacımızın olduğunu hisseder gibi erkenden çıkıp gelmişti yanımıza. Varlığı ile kalbimi yumuşacık eden küçük adamım bana baba olmanın ne demek olduğunu hissettirmişti. Onun için güçlü durmaya değerdi. İnsanım, yıkılabilirim ama tekrar ayağa kalkacak gücü de elbette kendimde bulacaktım.
Terasın kapısı açıldığında gelen kişiye bakma gereği duymadım. Muhatabımsa yanıma kadar gelir ve benimle konuşurdu zaten. Eğer muhatabım değilse de yalnızlığını yaşar giderdi. Eğer seçme şansım olsaydı ikinci seçeneği tercih ederdim."Uzay Aren, yine teselliyi gökyüzünde bulmuşsun."
"Boş mezarlarda aramaktan iyidir diye düşündüm." Babam yanıma kadar gelerek benimle birlikte gökyüzüne baktı. Ölü bildiğim birine baba demekle yaşayan birine baba demek arasında çok büyük bir fark vardı. Ben öldü bildiğim babamdan güç, kuvvet alıyordum. Yaşadığını öğrendiğim babamsa bana hayatımın en büyük ve acımasız yarasını armağan etmişti. Artık baba kelimesinin bende bıraktığı hissiyat güç değil acı olacaktı. Yüreğimin en derin yerinde bir sızı olarak anacaktım.
"Bize ihtiyacın vardı." Doğru. Onlara ihtiyacım vardı. Mesela eğer gelip karşıma çıkmasalardı küvezde olan oğlum için ağlamaya mezarlarına gidecektim. Bir mezara sığdırdığım derdimi babamın omuzlarına sığdıramazdım.
"Bunu farketmeniz güzel lakin bu yaşa kadar sizsiz geldiğimize göre bundan sonrasında da sizsiz yaşayabiliriz. Başımızın çaresine bakmayı çok küçükken öğrendik." Arkamı dönüp gitmek istediğimde yakamdan tuttu.
"Barlarda gezerek mi büyüdün ve sorumluluk sahibi oldun? Başınızın çaresine bu şekilde mi baktın? O sırada kardeşin neler yapıyordu?"
"Ebeveynlik yapmak için geç kaldınız Aral Bey. Zira ben anne ve babamın mezarına toprak attığım gün büyümek zorunda kaldım." Yakamdaki elini pislikten kurtulur gibi iterek ondan uzaklaştım.
"Burdan bir yere gidemezsiniz." Güldüm. Sözleri karakomedi gibiydi. Çocukken unutmamak için her gece resmine baktığım adamın yaş almış yüzüne bakmak her ne kadar garip gelse de baktım.
"O nedenmiş?"
"Benim emrim olmadan hiçbir yere gidemezsiniz."
"Galiba beni ve ailemi emirellerinizle karıştırdınız. Benim üstümde zerre hükmünüz yok."
"Tam olarak benim oğlumsun. Seni ben yetiştirmedim ama bana çok benziyorsun."
"Hiç sanmıyorum. Ben evladını bırakıp gidebilecek kadar vicdansız değilim." Bir sigara çıkarıp içmeye başladı. Benim tanıdığım babam sigara içmezdi. Zaman herkes üzerinde farklı nüksetmiş.
"Uzay, bizden yardım isteyen sensin. Ne şekilde olacağını seçme şansın olmamış olabilir fakat biz sana gelmedik. Sen bize geldin. Bunu unutma."
"Varlığından haberdar olmadığım bir insandan yardım istemem pek mümkün değil diye düşünüyorum. Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz? Yıllar sonra karşıma çıkıp kararınıza saygı duymamı bekliyorsunuz! Yıllar sonra karşıma çıktın ve bana ilk dokunuşun yakamı tutmak suretiyle oldu. Göstermediğiniz şefkat için size minnet duymamı mı bekliyorsun? Daha çok beklersin!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akasya Çiçeği
Espiritual-16 Temmuz 2015- *** Sevmek diyorum, sevmek kötüyü iyi bilmek. Olmayan umut tarlasına mutluluk tohumları ekmek. Sonra da o tarlanın vereceği sevgi tomurcuklarını beklemek. Hiç bitmeyecek olan tomurcuklar... Ben de o tarlaya tohumlarımı ekmiş hiç ol...