Yıkıcı bütün olayların ardından yeni bir sayfa açabilmek umuduyla rotamızı oluşturmuştuk. Elime geçen ne varsa kutulara tıkıştırıyordum. Büyüdüğüm, yetiştiğim, meslek sahibi olduğum ülkeye gidiyor olsam da kendi memleketimden sonra her memleket yabancıydı bana. İçimdeki duygular olumlu mu olumsuz mu bilmiyorum ama Aren'in bu değişikliğe ihtiyacı olduğundan eminim. O yüzden süreci daha da zorlaştırmadan uyum sağlamak en iyisiydi.
Aren taşınma için profesyonel bir nakliye şirketi ile anlaşmak istedi ama götüreceğimiz çok fazla eşya olmadığından ben istememiştim. Sonuçta götüreceğimiz her şey bizim toparlayabileceğimiz eşyalardan oluşuyordu. Bir yığın kağıt kürek işiydi.
Bir süre neyi götürüp neyi götürmeyeceğim konusunda kararsız kalınca her şeyi olduğu gibi bırakıp Aren'in çalışma odasına gittim. Kendimi onun koltuğuna attığımda yorgunluktan ölecek vaziyetteydim."Sana nakliye tutalım demiştim."
"Nakliyelik bir şey yok. Özel eşyalarımız haricinde her şeyi burada bırakmayacak mıyız?"
"Doğru." Aren dedesi ve kendi arasında kocaman buzdan duvarlar örmüştü. O yüzden buradan bir şey götürmek istemiyordu. Her şeyden vazgeçmişti. Kocamın gözleride kendi gibi fırtınalı maviydi. Bir süre kitaplığa durgun durgun baktı ve sonra yanıma gelip masaya oturdu. Ellerimi ellerinin arasına alarak minnettar bir şekilde gözlerimin içine baktı. O bana ben ona tebessümle bakıyorduk. Lacivert harelerini gördükçe kızımızın aynı göz rengine sahip olması için dualar ediyordum. Bu adam fazla yakışıklıydı.
"Teşekkür ederim."
"Ne için?"
"Beni bu enkazda tek başıma bırakmadığın için. Sen ve kızım yaşama tutunma sebebimsiniz."
"Arada inadım tutuyor falan ama sana kıyamam ben. Hayatımıza giren çıkan çok olacak belki ama sen baki kal. Rabbim bana yokluğunu göstermesin." Ellerimden çekerek beni yerimden kaldırdı. Kendisi de ayağa kalkıp sıkıca sarıldı. Başımı omzuna koyduğum an tüm dünya bize karşı olsun umrumda değildi.
"Aren biraz daha bu halde kalırsak yanımızda hiçbir şey götüremeyeceğiz." Çenesini başımın üstüne koydu ve hiç istifini bozmadan sarılmaya devam etti.
"Şuan baya huzur doluyum. Aşırı bir gamsızlık hissediyorum boşver belgeyi falan gel gidip temiz hava alalım."
"Olmaz. Erteledikçe işimiz uzuyor." Aren surat asarak işine dönmüştü ki birden zil çaldı.
"Hayır olsun inşallah birini mi bekliyorduk?"
"Anlaşılan davetsiz bir misafirimiz var. Ben gidip bakarım sen burda kal." Aren kimin geldiğine bakmaya giderken her ihtimale karşı üzerime uygun bir şey giymek için odaya geçtim ve başıma da bir yemeni aldım. Aşağıdan gelen seslere bakarak birden fazla kişi gelmişti. Bir süre sesleri dinledikten sonra gelenlerin yabancı olmadığını anlayarak inmeye karar verdim. Mislina ve ağabeyim salonda oturuyorlardı. Mislina'nın gözleri ağlamaktan kızarmış ve yüzünün rengi solmuştu.
"İnanamıyorum size. Gideceğinizi bu şekilde mi öğrenecektim? Bize gittikten sonra mı haber vermeyi düşünüyordunuz?" Aren bir şey söylemiyor yalnızca sinirli bir şekilde ağabeyime bakıyordu.
"Bravo Demir. Her şeyi gidip anlattın mı? Başka anlatmadığın neler var? Bilelim ki ona göre pot kırmayalım." Ağabeyim anlamsızca Aren'e baktı ardından bana döndü.
"Gideceğinizi dedenizden öğrendi. Benim bir şey söylediğim yok." Aren bu defa sinirle telefonunu kurcalamaya başladı. Kesin dedesini arayacaktı. Bu sinirle birilerinin kalbini kırmasın diye koşarak gidip telefonunu elinden aldım. Bu defa kızgın bakışlarının hedefi ben olmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akasya Çiçeği
Spiritual-16 Temmuz 2015- *** Sevmek diyorum, sevmek kötüyü iyi bilmek. Olmayan umut tarlasına mutluluk tohumları ekmek. Sonra da o tarlanın vereceği sevgi tomurcuklarını beklemek. Hiç bitmeyecek olan tomurcuklar... Ben de o tarlaya tohumlarımı ekmiş hiç ol...