Uzay Aren Arslan
Elsa'nın bara gelip beni uyuşturucunun etkisindeyken görmesinin üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti. Bu süre zarfında çok zamandır boşladığım işlerimin başına dönmüştüm. Marenler ile yürüttüğümüz projeler başta olmak üzere bir çok proje elimde birikmişti. Dedem Elsa ile ilgilendiğimden bu konu üzerinde çok durmamıştı ama bir gün fena kızacaktı. Son bir ay içinde bütün disiplinimden ödün vermiştim. Bu gece ofiste kalsam iyi olacaktı. Elsa yanımdayken bir ipucu yakalayamadığımızdan ailesinin yanında kalmasına karar vermiştim. Bir süredir de peşine adam takmıştım. Onun haberi olmadan onu koruyacaklardı.
Bana tuhaf gelen, bar olayından sonra aramız bozulmamıştı. Gerçekten umursamıyor mu yoksa aklında cin fikirler mi vardı bilmiyorum. Çözememiştim henüz ne kuruyordu neler dönüyordu o küçük dünyasında. Elimdeki kalemi çevirirken eski zamanlar aklıma gelmişti. Şundan daha bir ay öncesine kadar birbirimize yabancıydık. İstemeden sonra hastanede konuştuğumuzda bana 'sen kendine köle arıyorsun' demişti. Farkında olmadan bir anda kölesi oluvermiştim oysaki. Tutamayacağım sözler bile vermiştim ona. Tek korkum beni bırakmasıydı. O gün hastanede 'ya bitir ya da ölünceye dek devam edeceksin bu yolda benimle' demiştim ama devam edemeyecekti. Eğer ben bırakırsam o da beni bırakırdı. Tedavi olma konusunda yalan söylemiştim ona. Bile isteye girmiştim bu yola. Henüz bırakma gibi bir niyetim de yoktu. Ben ne yaparsam kendim yaptım. Kimseden etkilenmedim. Bunca zaman bu böyle devam etti. Bundan sonra da gönülden istemezsem yapamazdım.
Parmaklarımı saçlarıma daldırıp hafif karıştırdım. Değiştiriyordu beni. İster istemez, biraz biraz belki milim milimdi ama değişiyordum. Bir anda yapmamalıydı ama. Çünkü ben kendimi biliyordum ki bir adım atsam on adım kaçarım.
Elsa'yı ailesinin evine bırakmamla aradan geçen bir hafta bende çok şeyi değiştirmişti. Hızlı olan evliliğimde bir süre düşünmeye fırsatım olmuştu. Onun büyüsüne kapılıp fark edemediğim yanlışlarımı gördüm.
Kapımın çalınmadan açılmaya zorlanmasıyla bir süredir elimde çevirdiğim kalem yere düştü. Çalışırken rahatsız edilmemek için kilitlemiştim kapıyı. Sekreteri bile başka kata göndermiştim. Misafir ağırlayacak modda değildim ki ben.
"Kim?"
"Biz geldiik!" Ceren'den başkasının kapımı bu denli zorlamayacağını tahmin etmeliydim. Açmasam ayıp olur muydu? Oflayarak yerimden kalktım ve kilitlediğim kapıyı açtım.
"Hoş geldiniz. Fazla kalırsanız hiç hoş gitmeyeceksiniz. Malum düğün arefesinde işleriyle meşgul bir damat duruyor karşınızda." Ceren'e inat sözlerimle ve yalandan gülümsememle içeriye buyur ettim çeteyi. Bartu memnuniyetsiz bir şekilde koltuğuma kuruldu.
"Asım Dede gönderdi. Biraz fazla tembellik yapmışsın, işleri toplamaya geldik." Hafif kızarmış gözlerimi ovuşturarak masama geçtim.
"Gerek yok. İşime karışılmasından hoşlanmam." İriz gülerek ayaklarını önündeki orta sehpaya uzattı.
"Fazla mı kibarsın? Şu güzel tırnaklarımı kağıtla haşır neşir etmek istemezdim ama emir büyük yerden. Hem başka çaren de yok gibi." Diğerleri de onu onaylayınca mecburen projeleri ayırıp hepsine birer tane dağıttım.
"En geç haftaya teslim olması lazım. Zaten hepsi taslak olacak. Asıl işleri düğünden sonra hallederim ben. " Pamir her seferinde olduğu gibi masamdaki çifte kavrulmuş lokumlarıma dadanmıştı.
"Lan eşek! Bitirme hepsini. Her seferinde dibini buluyorsun."
"Benim yapacağım proje daha pahalı. Bir lokumun lafını mı yapıyorsun?" Konuşurken bile yemeye devam ediyordu. Frenlemek mümkün değildi. Saatlerce projelerle uğraştık ve nihayetinde biraz olsun ilerleme katedebildik. Gençler başladıkları işi bitirme konusunda ısrarcı olup kalan işi evlerinde bitirmeye karar verdiler. Bartu ayaklandı ve diğerlerini de kaldırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akasya Çiçeği
Spiritual-16 Temmuz 2015- *** Sevmek diyorum, sevmek kötüyü iyi bilmek. Olmayan umut tarlasına mutluluk tohumları ekmek. Sonra da o tarlanın vereceği sevgi tomurcuklarını beklemek. Hiç bitmeyecek olan tomurcuklar... Ben de o tarlaya tohumlarımı ekmiş hiç ol...