Sevgili Tanrı'm...
Brice Benedict, ölmüştü.
Yaşama sevincim, tüm gerçekliği içinde barındıran...
Sevgimi, hayatımı ve tüm duygularımı uğruna harcayabileceğim
ve her şeyimi ona adayabileceğim küçük bebeğimi kaybetmiştim.
Ellerimin arasından kayıp giden tüm yıldızlar için nasıl ki gökyüzü ve karanlık bana borçluysa...
Sen de ellerimden aldığın küçük yaşam sevincim için bana gerçek bir hayat borçlusun.
Onun acısı tüm bedenime yayılan bir zehir gibi nefes alamıyorum, sanki her nefes alışımda göğsüme saplanan hançer daha da derinlere iniyor... Doktorlar ellerinden geleni yaptığını fakat minik kalbini çalıştıramadıklarını söyledi.
O halde benim kalbimi alın ve ona takın dedim fakat bunun olamayacağını söylediler. Bu nasıl olabilirdi? Onu nasıl kaybedebilirdim... Nasıl, nasıl nasıl!
Evimizde dolaşıyorum, tırabzanlarda onun küçük parmak izleri ve evden çıkarken yanına almayı unuttuğu kırmızı atkısı bile koltuğun üzerinde asılı duruyor. Çok sevdiği oyuncakları yerli yerinde ve şöminenin üzerinde babası ile çektiğim o harika çerçeveli fotoğrafı.
Bilmeni isterim ki tek bir damla gözyaşım kalmayana kadar ağladım. Hiç bu kadar acı çekmemiş, hiç bu kadar ağlamamıştım. Doğduğu zaman bir gün öleceğini biliyordum fakat bu acıyla savaşabilmek için herhangi bir cephanem yoktu. Bu acıyla nasıl başa çıkacaktım?
Ben onsuz hayatıma nasıl devam edebilecektim? Onun olmadığı yerde gerçek bir hayat olur muydu?
Günler geçti... Geçen sadece günlerdi, benim acımdan hiçbir şey eksiltmedi.
Kendime birkaç kadeh ölüm şarabı koymak için mutfağa yöneldiğimde, neden günlerdir ağladığımı düşündüm ve kalbimi sızlatan bu acının sebebini...
Oğlumun öldüğünü hatırlıyordum, acımın sebebi buydu...
fakat sorun şuydu, benim hiç oğlum olmamıştı ki...
Elimde tuttuğum kırmızı atkıya baktım, bu yalnızca dışarıya çıkarken üzerime aldığım şalımdan bir tanesiydi ve yalnızca ilaç kokuyordu.
Daha sonra evime baktım, etrafıma... O kocaman ev bir anda dört duvarlı bir odaya dönüşmüştü ve duvarları beyazdı. En korktuğum renk, beyaz...
Korkuyordum Tanrı'm, çok korkuyordum. Kendi içime hapsolmaktan ve düşüncelerimin kontrolümden çıkmasından korkuyordum.
Hemen telefona sarılıp Forward'ı aramalıydım ve ona gelmesini söylemeliydim. Saatlerce aramama rağmen telefonu bulamadım. Attığım bir adımın daha sonucunda hatırladım ki benim hiç telefonum da olmamıştı.
Ne oluyordu bana, neden böyle hissediyordum?
Forward Fortuna kimdi ve neredeydi?
Neden ev bir anda beyaz duvarlı bir hücreye dönüşüvermişti...
Gerçeklik algımı mı yitiriyordum, yoksa bunların hepsi bir oyun muydu?
Çokça bilemeyişlerimle...
-𝐸𝑙𝑒𝑛𝑖𝑎 𝐹𝑜𝑟𝑡𝑢𝑛𝑎.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözyaşı Mürekkebi.
Short StoryMürekkebinin gözyaşıyla dolu olduğu bu mektupların hepsi sana Tanrı'm! Bir gün yanına geldiğimde, mürekkebim bitmiş olacak ve bu sefer gözyaşlarımı değil, kendi kanımı kullanacağım.