BÖLÜM 27 - KAN

21.4K 833 56
                                    


Hatırlatma:

" Ros!" diye tısladı. Parmakları saçlarının arasına dalarken gerçekten köşeye sıkıştığını anladım. Oysa ben ne yaparsan yap deyip gitmesini felan beklemiştim. Ama o...

" Beni deli ediyorsun." yüzü yüzüme yaklaştı," Eğer biri bi tarafını ısırırsa bana sakına sesleneğim deme! Çünkü boğzını koparsalar sana yardım etmeyeceğim!"

Yutkundum. Gözlerindeki kararlılık korkmama yol açmıçtı. Göğsüm sıkışmış karnıma bir ağrı saplanmıştı. Korkarakta olsa başımı salladım. Cidden başıma bir şey gelse orada öylece beklermiydi? Bana elini uzatmazmıydı?

********************

Aklımda tek bir şey geçerken öfkeli yüzüne baktım, sinirli, çok sinirli gözüküyordu. Sıkı sıkıya kavradığı direksiyon, parmaklarının boğumlarına beyazlık katmıştı. Gözleri alacakaranlık yola dikilmiş, biran olsun kıpırdamıyordu. Aklımda dolanan düşünceyi öldürmek istiyordum, ölsem dahi bana yardım etmeyeceğini söylediği kelimeler beynimin kıvrımlarına yerleşmiş, beni kemirip duruyordu. Ölmekten korkmuyordum, ben ölürken hiç bir duygu hissetmemesinden korkuyordum. Bu ölmekten beterdi.

" Mahzenin orda buluşalım."

Yan gözle çekinerek durumuna baktım, hala sinirli. Telefonu kulağından indirdi ve umursamayarak aramızda kalan bölmeye fırlattı. Bu hereketi yerimde titrememe yol açarken bilinç altımın çok bilmiş gururlu yanı fısıldamaya başlamıştı. Ondan korkmaman gerektiğini ve ona muhtaç olmadığımı söylüyordu. Kendi başımın çaresine bakabileceğimi, ve asla ondan yardım istemememi.

Belki de haklıydı. Zira Jack'in bana yardım etmemesindan daha kötü olan şey, yardım istediğim halde bana elini uzatmaması olurdu. En azından bunu engelleyebilirdim. Ondan yardım istemezsem bunu yapmadığı için ona kırılmazdım. Sanırım.!

Yol boyunca Jack ağzını açmamış, bense tek kelime etmeye cesaret edememiştim. Yaklaşık bir saat süren yolculuk, büyük bir deponun kapısında son bulmuştu. Los Angeles'ın havası soğuk olmadığından üstüme sadece kapşon almıştım ama hastalığım beni daha da hassaslaştırdığından titremeye ve öksürmeye başlamıştım. Jack'i takip ederek kapıdan içeri süzüldüm. Karşımıza çıkan Alen ve bir başka gölge biran ödümü koparsada Jack'in soğuk kanlılığı bana da geçmişcesine çığlık atmamayı başarabilmilmiştim.

" Konsey toplandı." dedi Alen soğuk bir sesle. Sesi ne kadar soğuk olsa da endişesini hissetmiştim. Gözleri beni bulduğunda tedirgince Jack'e bir bakış attı. Burda olmamın ona da süpriz olduğunu biliyordum.

Yanındaki silüete baktım, Athena! Tanrım! Onun gelmesine izin varken ben buraya zar zor gelebilmiştim. Bir adım yaklaştı," Meraba," dedi biraz çekingen bir şekilde. " Senin gibi bende son dakika dahil oldum."

Bana açıklama yapmasına şaşırark artık gölgede kalmayan yüzüne baktım, kahve gözleri karanlıkta siyah gibi duruyordu.

" Gidelim."

Jack'in adım atmasıyla üçümüz birden peşine düştük. Yüzüme dahi bakmayışı söylediklerinin hala geçerli olduğunun kanıtıydı. Oysa o gözlerime baktığımda kalbim kaburgalarıma sığmaz oluyordu.

Midemin sızlanmasını duymamazlıktan gelerek Alen'a " Burası neresi?" diye sordum. Alen biran önden giden Jack'e kararsız bir bakış attı," Tüneller," dedi. Son karşılaşmamızdan bu yana -onu avcumu keserek tehtit etmiştim- bana olan öfkesinin geçmesine sevinmiştim.

" Tüneller?"

" Los Angeles altı ve üstü olan bir şehir. Buraya neden melekler şehri diyorlar sanıyorsun? Yüz yıllar önce burası meleklerin favori mekanıydı. Hala vazgeçmemekte ısrarcılar."

TOHUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin