BÖLÜM 50 - CERBERUS

7.9K 440 95
                                    


Hatırlatma:

İçimde bir parça suçlulukla sancıdı, "Önemli değil, aslında..." Yarı topal sözlerim birkez daha havada asılı kaldı. Sesin sahibini görmeden tanıdım.
"Bu matem havası da ne?" Micheal!
"Siz kadınlar fazla duygusal..." Başımı kaldırdım ve kaldırmamla nefesimin boğazıma yapışması bir oldu. Kalbim kulaklarımda çınlayarak sustu, zaman yavaşladı... Karanlık noktalar dolunaya baş tutar gibi parlıyordu. Micheal'in yanında, kolları arkasında biraz halsiz ve sıkkın bir halde. Kendimi hızlı adımlarla ona giderken buldum biranda. Ona gitmeyi düşünmemiştim. Bunu arzulayan onu sıkıca kucaklayan kollarımdı ve daha önce birtek annemin kanlı gövdesine bu kadar sıkı tutunmuşlardı. Kokusunu içime çektim ve  akmak için deliren yaşlara direndim. Buradaydı! Yaşıyordu!

*****
Bazıları evrenin aynı anda bir çok yansıması olduğuna inanır. Paralel evren teorisi... Önüne çıkan kararların hepsini bölüştürür, sen a kapısından öteki sen b kapısından devam eder yoluna ama yine aynı sona varırlar.  Jack'in beni ilk tehdit edişi ve çantamı almak için o bara ikinci defa gitmeyi seçtiğimden şimdi buradaydım. Eğer çantamı ve içindekileri değiştirmeyi seçseydim, hayatım aynı kalacaktı, şimdiyse çantam hala kayıp, hayatım tepe taklaktı. Verdiğim karlarla karanlığa kollarımı sarmıştım, verdiğim kararla diğer paralellerimi solda sıfır bırakarak güze geçmiştim.

Kollarımı istemeyerekte olsa ondan ayırdım, sabaha kadar burada böylece dikilebilirdim oysa. Belki bir başka paralelde sonsuza kadar..! Keşke dikilseydim de. Yüzündeki öfkeli ifadeyi görmektense...

"Jack..." Athena'nın şaşkınlık kokan sesi hemen arkamdan yükseldi. "Yaşıyorsun!" Öylesine sevinç dolu bir sesti ki...

"Evet!" dedi tüm kiniyle kolarımdan kurtulurken. Karanlık gözleri yakıp yıkmak istediği yere, bana döndü. "Hâlâ küçük aptal bir kız çocuğundan farkın yok!" Kelimeler yüzüme arsızca çaptı. Aramıza yıkılmaz bir duvar girmiş gibi ondan uzaklaştığımı hissettim. Ağaçta sallanan bedene saplanan oklar sanki şimdi benim bedenime saplanmıştı. Bağırdı. "Üstelik iş birliği yaptığın kişiye bak! Hah! Yüz kez ölsem daha iyiydi!" Sustum. Öylesine öfkeliydim ki, ağzımı açsam parçalanacak gibiydim hiddetimden. Kollarını çekiştirdi, "Çıkar şu aptal şeyi, intihara meyilli ergen muamelesinden sıkıldım. Keyfimizden kabul ettik sanki bunca şeyi!"

İplerden kurtuldu, onu tutanın ipler değil ilaçlar olduğunu anlamak zor değildi. Bileklerini ovuşturdu, "Bakalım yirmi dört saat içinde Yüceler kapıya dayandığında ne yapacaksınız? Benden günah gitti, ne bok yerseniz yiğin artık!" Micheal'a tiksintiyle baktı, burnundan soludu ve yanımdan geçip gitti. Micheal benim yanımdaysa, Jack karşımda demekti! Ah!

"Hayırsız evlat böylesine deniyor işte."

Michela'a ağzının payını vermek istesemde Jack'i korumak şuan için umrumda değildi. "Seni affedip sarılmayacağını ikimizde biliyorduk. Ne diye alını..."

"Senide!" diye lafımı böldü. Öfkelensemde haklıydı. Yinede onun yaptıklarını Jack'e ben yapmamıştım. Hatta Jack'e hiçbir şey yapmamıştım. Beni yıpratan oydu! Ben değil!

"Bu konuları zamana bıraksak daha iyi. Yüceleri ne yapacağız? Jack'in dediği gibi az vaktimiz olabilir."

"Muhtemelen. Cadılardan yardım alın. Bir süre sizi idare edecektir. Ayrıca çok iyi iş çıkardın."

Gülümsedim, Micheal'a minnetle baktım. Yaptıklarında samimi olduğunu biliyordum. Söylediklerini başımla onayladım ve "Her şey için teşekkürler." dedikten sonra arkama dönerek eve yöneldim. Athena beklendiği üzere gitmişsede Alex beni beklemişti. "Dert etme," dedi omzuma kolunu atarken. Cevap vermedim, zira nasıl dert etmezdim ki? 

TOHUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin