BÖLÜM 48 - MEKTUP

5.4K 406 42
                                    






Hatırlatma:

Araba aniden durdu, başımı kaldırarak yanaklarımı sildim. Korkarak başımı sola çevirdim, bakışlarını karşıya sabitlemiş heykelleri anımsatacak derece hareketsiz öylece duruyordu. İnmemi beklediğini bilsemde ona bakmaya devam ettim. İçimdeki Ros deli gibi gözlerini görmeme izin vermesi için yalvarıyordu. Beklediysemde buna izin vermedi, arkamı dönerek ağırca arabadan indim. Daha bir adım atmama fırsat vermeden gaza basarak arabayı geriye doğru sürdü, döndü ve uzaklaşarak kayboldu. İstediğim ölümden vazgeçmesiydi. Benden vazgeçmesi... Yok olması değil. Gideceğini ve geleceğini sanıyordum. Birdaha dönmeyeceğini değil.
****

7.Gün:

Karanlık... Uçsuz bucaksız, sağır eden karanlık... Ruhsuz, dilsiz! Bir el göğsümün içinde ne var ne yoksa alıp gitmiş, geriye boş bir harabe bırakmıştı. Küf tutmuştum. Yanmayan sokak lambası gibi, atmayan bir kalbim vardı. Tam tamına yedi gün olmuştu gideli. Koca yedi gün. Her saniyesi bir yıla bedel...

Kendimi tanıyacak halde değildim. Aynada tek gördüğüm kırmızı halkalarla çevrelenmiş kan çanağı gözlerimdi. Dik durmaya çalıştıkça, bir köşede çekilip pes etmemek için savaş veriyordum. Okyanusum ruhunu alıp terketmişti beni bu sığ sularda.

İlk iki gün anlayamamıştım. Kar yolları her geçen saat daha da tıkarken bana geleceğinden emindim. Zamanla üzüntüm yerini öfkeye bırakmıştı. Havayla birlikte içimde soğumuştu. Dördüncü gün ondan nefret ettiğimi avaz avaz bağırmış, boğazlarım acıyınca pes etmiştim. Kızgındım! Ben onsuzluğa dayanamıyorken onun dayanması canımı yakmıştı. Söylediğim her kötü söz midemi bulandıyordu. Böylesine vahşileşmeyi nasıl başardığımı anlayamıyordum. Nasıldı? Neredeydi?

"Rosalie," Kapı iki kere tıklatıldı, Athena'nın ayak sesleri yatağın ayak ucuna geldiğinde kesildi, oturduğunu ağırlığından anlayabilmiştim. "Yemek yemeyecek misin?"

Başımı olumsuz anlamda sallamakla yetindim, acıkmıyordum. Acıyla doyan karnıma yemekler ağır geliyordu. Kalbim tümüyle onu özlerken yemek yemek işkence gibiydi. İnsanlar birine böylesine alıştığıda, onun yokluğunu umursamadan nasıl hayata devam edebiliyorlardı? Nasıl yemek yiyebiliyorlardı?

"Bebek için en azından, ha?"

Nokta. Kim bilir ne durumdaydı. Daha şimdiden ona bakamıyordum. Ben nasıl anne olabilirdim ki? Olamazdım! Olamayacaktım! Bir bebeğe nasıl bakılacağı hakkında ufacık fikrim yoktu.

"Rosalie?"

"Dolunaya sekiz gün kaldı, gelir mi?"

"Bilmiyorum. Ama büyük ihtimalle dediğini yapacaktır."

Derin bir nefes çektim ve yerimde doğruldum, sırtımı yatak başlığına yasladım. Athena içinde bir kase çorba olan tepsiyle otuyordu.

"James, Alen... Hala hiç birini aramadı mı?"

Başını iki yana salladı. "Aramazsa aramasın canım! Bizde onu aramıyoruz, bak!"

Dudak büktüm. "Ne demezsin!" Jack'i sattığına inanmamı bekleyemezdi. Birazdan onu kötülemeye başlamazsa tabii...

"İyidir hoştur, bak arkadaşım olduğu için söylemiyorum yakışıklıdır da, ama biraz kalın kafalı! Hepsi bundan!"

Sırıttım, "Aslında o kadarda yakışıklı değil bence! Biraz abartı ha?"

"Yaanii! Mesela şeyi.."

"Neyi?" Tek kaşımı havaya kaldırdım. Dudaklarını büzmüş Jack'in çirkin bir tarafını arıyordu. Varmış gibi... Olsa da bir şey fark edermiş gibi... Onun tüm hırçın dalgarına tapıyordu benliğim. Tenime batan dikenlerine alışmıştım. Onda boğulmak, yaşamaktı.

TOHUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin