Hatırlatma:"Sen neden bu kadar az gülüyorsun ki sanki!" dedim mızıkçı bir çocuk gibi. Dudakları hafif bir tebessümle şekil aldı, gözlerindeki kederin 1000 yıl geçmesine rağmen orda olması içimde bir şeyleri mahvetti. Ah Jack!
" Sabrina yüzünden mi?"Anlamadan söylediğim sözler kaşlarının çatılmasına neden oldu ve orda olduğunu sandığım kederin aslında sadece basit bir gölge olduğunu o an anladım. Zira şuan gözlerindeki kederin rengi acının en koyu tonuydu..
***
Bir uçurumdan kaç kez atlayabilirdi insan? Bir, iki, üç...? Mühim olan kaç kez düştüğün değildi, mühim olan o uçurumun dibini görebilmekti.... Çünkü yere düşmeden kalkamazdın. Kalkmak için önce düşmek lazımdı... Bir çok kez o uçurumundan düşmüştüm. En acısı en uzun olanıydı ki bu babamın yokluğundan başkası değidi. Yere çakılmışmıydım bilmiyorum ama daha iyiydim! Ayağa kalkmamıştım belki ama şiddetle değil hafifçe süzülerek düşmekteydim...
Bana bakan siyah gözler o uçurumların en çıkmazına sahipti. Belki de onun için kurtuluş hiç yoktu. Zira asla yere çakılmayacaktı. Tıpkı siyah gözleri gibi dipsizdi onun uçurumu.. Öyle dipsiz öyle karanlıktı ki acısından başka görebilecek bir şeyi yoktu belkide.... Kimbilir...
Gözleri yavaşça eski soğukluğuna ulaşırken arkasını döndü ve sarsak birkaç adım attı. Toprak altına gömmüş olduğu acılarını birkaç kelimeyle ortaya çıkarmıştım ve şimdi o acılara takılarak yere düşüyordu.
" Özür dilerim..."
Umutsuzca acısını reddeder gibi geniş omuzları dikleşti, elleri iki yanda yumruk biçimini aldı. Gözlerim yanmaya başlarken ağzımdan bir kelime dahi firar edemedi. Gözlerim çıplak sırtında gezindi, içimde tarif edemediğim o yer yine paramparça olurken daha fazla görmekten korktuğum manzaraya arkamı döndüm ve yavaşça ondan uzaklaşmaya başladım.
Her adımda yaşlar gözlerimi istila etmeye başlarken içime hapsettiğim nefesim artık göğsümü şişirmiş çıkmak için can atıyordu. Gürültülü barın içinden gecenin soğuğuna çıktım. Soğuk havayla birlikte hıçkırığımın geceye karışması bir oldu. Canım acıyordu. Her zerrem acıyla zonkluyor ruhuma derin izler bırakıyordu. Gözlerimi tekrar tekar sildim, görüşüm yüzünden ışıklar birbirine girmiş, garip bir ahenk yakalamıştı. Dar sokağı ezbere bitirdim. Nereye gideceğimi bilmiyordum... Yada nasıl gideceğimi.
Sokağın sonundaki duvarın dimine oturdum. Yerdeki soğuk tüm hücrelerime yavaşça süzülürken tittreyen bacaklarımı kendime çektim ve kollarımı etrafına sardım. Sırtımı soğuk duvara yasladım. Karanlık gökyüzü, soğuk hava, yerin sertliği... Her şeyde sanki biraz O vardı. Adım adım ruhuma işlemişti benliğini ve şimdi beni boğuyordu. Göğsümün hemen üstüne kocaman bir fil çıkmış zıplıyor, canımı yakıyordu. Boğazımda oluşan yumru her saniye daha da büyüdü büyüdü... Acı damalarımdaki kana karışana kadar durmadı, her zerremi ele geçirene dek ilerledi...
Her soluduğum hava, soğuk havaya karışıp gri buhar halinde siyah gökyüzüne karışarak yükseliyordu. Bu görüntü Jack'in kendi karanlığını benim koyu gri dünyama karıştırması gibiydi aslında..
Ahenkli, sanatsal, muhteşem..!Daima kendi dünyasında yaşayan ben, bir başkasının karanlığına parmaklarımı patırmış ve elime bulaşan karanlığı üzerime silmiştim. Şimdi o karanlık reddetsem dahi üzerime işlemişti. Zamanla karanlık benim bir parçan halini almış, vazgeçemediğim bir şeye dönüşü vermişti.
Bana onu hatırlatan karanlığa gözlerimi kapattım. Yorgunluk bedenimde gezinmeye başlarken soğuk hava artık bacaklarımı yavaşça uyuşturmaya başlamıştı. Uyku beni içine çekerken kendimi huzursuzca kollarına bıraktım. Uyumak unutmaktı.... Benimse ihtiyacım olan tek şey unutmaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOHUM
FantasyKapat gözlerini... Karanlık hala çekici, yalnızlık hala en kalabalık sokak.. Dinle sesleri! gürültülü yalnızlık hepsi... Hisset beni...! Rosalie Storm... Elleri kayıplarla dolu, ruhu paramparça olmuş, uçurumun kenarında rüzgara karşı dans eden bir k...