Bölüm 9: Baba ve Oğul

215 32 3
                                    




Devrilen Taht, Ölüm Haberi ve Veda





Kral Akman durmaksızın ilerliyordu ve kaldığı yerden daha zalimce devam ediyordu. Kimsenin gözünün yaşına bakmadığı zamanların ardından karşısındaki en büyük tehdit olan Nara İmparatorluğunun sınırlarına yakın bir yerde ordusunu yerleştirmiş ve kamp kurmuştu. Keyfi yerinde gibi görünsede öyle değildi zira boynuna astığı ve şu anda göğüs boşluğuna değen arvis canını yakıyordu. Bu, taşın kendi özelliği değildi bizzat onun ruhunun çektiği acıydı. Arvisi her hatırladığında değdiği yerde bir kor gibi canını yakıyordu zira hala aşık olduğu kadını anımsıyor ve ona yaptıklarını bir türlü kabul etmiyordu. İşte her bu anda zihnine seslenen sinsi ses 'bunu yapmak zorundaydın' diyordu. Evet, yapmak zorundaydı. Eğer yapmasaydı Ateş Lordu onun için çok büyük bir tehdit olacaktı. Bunun bilincinde ama kalbinin keskin sızılarının ona verdiği acıların içinde kıvranıyordu.

O gerçekten büyük bir savaşçı ve çok zeki biriydi ama insanı diğerlerinden ayıran şey taşıdığı özellikler değildi bizzat vicdanıydı. Ve iyiyi kötüden ayıran şey de vicanının sesine ne kadar kulak astığıydı. İşte Akman vicdanının sesini hiçe sayanlardandı.

Karargahın ana çadırında kurulan tahtının üzerinde oturup çadırın tavanındaki delikten gökyüzüne bakıyordu. Etraf karanlıktı ve yıldızlar muhteşem bir şekilde dizilmiş, ay'a eşlik ediyorlardı. Düşünmüyordu veya bir plan kurmuyordu. Aslında o anlarda hiçbir şey hissetmiyordu, tıpkı çocukluğundaki gibi hep gökyüzüne hayrandı ve hep orada yaşmak istemişti. Tabi o zamanlar henüz kalbine kibir yerleşmemişti. Kalbi kibre bulandıkça hayran olduğu gökyüzünü istedi sonra yapamayacağını kabul edip yeryüzüne göz dikti ve şimdi bu hedefi için önündeki en büyük engelin sınırındaydı ama darbe hiç beklemediği yerden gelecekti.

Tahtın sırtı boynuna baskı uygularken içeriye girmek isteyen kişinin sesini duymasıyla başını düzeltip çadırın girişine odaklandı. Kanatlı bir haberci giriş iznini aldıktan sonra gözlerini yerden ayırmadan onun huzuruna çıktı ve tüm bedenini kaplayan korkuyla onun önünde eğildi.

''Yüce kralım'' dediğinde bile sesi titriyordu. Evet, Akman herkesin korkacağı birisiydi ama birde buna getirdiği haberin karşısında vereceği tepkiyi düşününce korkusuna korku katılıyordu.

''Yüzüne bakıyorumda,'' diyerek söze başlayan Akman derin bir nefes alıp bıkkınlıkla verdi, ''Getirdiğin haber iyi değil.'' Yüzünde yapmacık bir gülümseme vardı ve haberciyi biraz olsun sakinleştirmişti.

''Efendim, beni kız kardeşiniz Prenses İris gönderdi. Hoşunuza gitmeyecek haberler getirdim.'' O kadar korkuyordu ki son kelimeler resmen boğazına takılmıştı.

''Yapman gerekeni yap'' Şimdi ise Akman'ın yüzü gerilmiş ve kaşları çatılmıştı. Gözleri karanlığa bürünmüş ve kardeşinin gönderdiği mesajı büyük bir merakla bekliyordu. Nitekim haberci kanatlarını açtığında gözlerini kapattı ve ellerini göğsünde birleştirdiğinde artık bizzat Prenses İris'in söylediklerini olduğu gibi aktaracaktı, ''Ey Akman, bu mesajı sana Prenses İris olarak değil bizzat ikiz kız kardeşin olarak gönderiyorum. Yaptıkların yeri ve göğü inletmiş yetmemiş tüm tanrıları ve tanrıçaların huzurunda kutlu soyumuzu küçük düşürecek olaylara neden olmuşun. Bilki bu yolda yanında olan Erlik Han senden sadece işini halletmeni isteyecek ve işi bittiğinde seni bir kenara atacaktır. Unutma! Zalim olan her zaman zalimdir. Çok ileriye gittin kardeşim ve beni hiç istemeyeceğim şeyler yapmaya yönlendiriyorsun. Şimdi bu sana ilk ve son uyarım, ordunu topla ve evine geri dön. Yaptığın tüm hataları telafi et yoksa seni devirir tahtını da tacını da elinden alırım. İnan bana bunu yaparım. Sende biliyorsun ki ordu tahta bağlıdır, senin krallığın düştüğü an onları yanında tutamazsın. Eğer devam edersen bunu gözümü kırpmadan yapacağımdan hiç şüphen olmasın''

MAROBİS (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin