Son Krallık, Prenses ve Geçit
Yeryüzünün cenneti olan Marobis bu gece en büyük koruyucusunu kaybetmişti. Akman ve zalim ordusu bu gece yeryüzünün en güçlü krallığını tarihe gömmüşlerdi. Sırada hiç şüphesiz Kirisya İmparatorluğu vardı ve bunu ülkenin kralı olan Kral Nef bizzat biliyordu. O, Nara İmparatorluğunun yıkılmayacağına inanıyordu ama artık tüm yeryüzü gibi o da Akman'ın ordusunun gücüne bir kez daha şahit olmuştu.
Taht odasında arkasında iki şamanıyla öylece duran kral sessizdi. Az önce kötü haberi getiren haberci çoktan çıkmış ve koridorda karşılaştığı prensesi es geçmişti. Kızıl renkli saçları at kuyruğu şeklinde bağlanmış olan prenses kötü bir durum olduğunu çok iyi biliyordu. Çilli yanakları gerildiğinde kahverengi gözleri kısıldı ve derin bir nefes alarak taht odasına, babasının yanına gitti. Tahtının önündeki basamaklara yıkılmış bir vaziyette oturan kralın şu an hiç kimse umurunda değildi. Şamanlar onu teselli etmek isteselerde boşuna olduğunu öngörebiliyorlardı. Onlarda krallarının sessizliğine ortak oluyorlardı.
Tüm sessizliğin ortasında aniden açılan kapı büyük bir yankıya neden olmuştu. Tüm gözler kapının arkasındaki gelene kitlendi. Üzerinde zırhıyla içeriye giren prenses herkesi yavaşça gözden geçirdiğinde babası için ağlamamak için zor tuttu kendisini. Gözleri dolan prenses yavaş adımlarla babasının yanına vardığında kral durgunluğuna rağmen ona bir gülümseme hediye etti.
''Sana kaç kere şu zırhı giyme dedim?'' Babası onun bir prenses gibi davranması gerektiğini defalarca söylese de prenses çocukluğundan beri savaşa meraklıydı özelliklede ok ve yaya.
''Sıkıcı saray hayatı ve kadınların dedikodularını neden tercih etmiyorsun? diye soruyorsan bunu defalarca konuştuk baba.'' İkisininde yüzünde kırgınlık vardı ama dile getirmek istemiyorlardı. Her şey normalmiş gibi devam etmek için çabalıyorlardı. Ama bu imkansızdı.
Prenses bilmediği ama tahmin edebildiği haberi babasından sakince dinlediğinde yapabildiği ilk şey onun yanına oturup başını omuzuna koymak olacaktı.
''Bizler zaten bunu bekliyorduk baba. Ondan korkmuyorum, ordularından korkmuyorum.''
''Keşke,'' diyerek gülümsedi kral, ''keşke yeryüzündeki tüm askerler senin gibi olsalardı.'' duruşunu bozduğunda kızı başını onun omuzundan ayırdı ve kral ayağa kalktığında kızının elinden tutacaktı. ''Ama bu korku meselesi değil benim biricik kızım. Bu tamamen güç meselesi ve yeryüzünde ona karşı gelebilecek tek bir ordu bile yok.''
''O zaman neden birleşmediniz. Nara güçlü, biz zekiydik ama tek tek savaşmaya karar verdik.'' Prenses bunları söylerken aynı zamanda sitem ediyordu ve başından beri düşüncesi buydu ama kimse onun dediğini yapmamıştı. Her krallık tek başına savaşmayı seçmişti ve hepsi tarihe gömülmüştü.
''Artık bunları konuşmak için çok geç.'' Prenses ıslanan gözlerine rağmen asil yüzünü bir an olsun bozmuyordu ve babasının acısını görebiliyordu. Daha fazla üzerine gitmedi sadece ona derinden sarıldı, ''Tüm gücümle ülkemi ve tahtını koruyacağım baba.''
''Biliyorum Akel.''
İkisini o anlardan koparan ülkenin başkomutanıydı ve onun gelmesiyle savaş toplantısının başlayacağı açık olduğu için prenses oradan uzaklaştı. Odasına giderken karşılaştığı şamanı onu yanında gelmesi için davet etti. Prenses Akel herkes gibi şamanlara sonsuz saygı duyan biriydi ve ona eşlik ederek sarayın dışına çıktılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
FantasíaTanrı kurdun rahmine yerleştiğinde gökyüzü yeryüzüyle bir oldu. Yeryüzünde doğan bir fitne yeraltıyla bir olduğunda yok oluş günü geldiğini ilan etti. Tanrı ve Tanrıçaların aşkı gökyüzünden taştı. Kayra Han yeryüzünü düzene sokmak istedi, bir şeh...