Üst üste gelen güzel haberlerden sonra şevkim daha da artmıştı. Hakan olarak liderliğimi yeryüzüne duyurmuştum ve düşmanlarım bana karşı önlem alıyorlardı. Biliyorlardı çünkü: yenileceklerdi ve eğer ben yeryüzünün hâkimi olursam şu an bulundukları makamları kaybedeceklerdi. İşte bunu istemiyorlardı ve sırf bu yüzden benimle savaşacaklardı. Tıpkı sıradaki savaşta olacağı gibi. Akrep Kalesi kuzey ve güneyin kapısıydı. Nara İmparatorluğu ile Orman Krallığının sınırını oluşturuyordu ama tek başına bir ülkeydi. Uzun süredir hasret kaldığım ülkem olan Naraya ayak basıp annemin mezarını ziyaret etmek istiyordum ama bunun için ilk önce önümüzdeki engeli aşmalıydık. Orduya çoktandır verdiğim emir sayesinde şimdi hazırdık lakin bir şey yapmam gerekiyordu. Günlerdir beni rahatsız eden bir his ve düşünce. Orman Krallığının liderini huzuruma getirilme emrini vereli henüz olmuştu. Şu an Ejder Kalesinin tahtında oturmuş düşünceler eşliğinde bekliyordum ki salonun kapısı açıldı. Lort Esin yanında Kral Sadar ile birlikte içeriye girdi. Sadar'ın üzerinde kıyafetler vardı ve elleri arkasında bağlıydı, bu şekilde hiçbir şey yapamazdı.
''ne istiyorsun benden?'' diyerek çıkıştı Sadar. Günlerdir kendi ülkesinde hapis kalması canını sıkmıştı ve öfkesine öfke katıyordu.
''özgürsünüz'' dedim direkt konuya girerek, dolandırmadan. Hem lort hem de kendisi şaşkınca bana bakıyorlardı ama ben hiç olmadığım kadar ciddiydim.
''benimle dalga geçme çocuk'' gülümsüyordu, beni ciddiye almıyordu.
''biz buradan gideceğiz ve burası yine sizin olacak.''
''sen aklını mı kaçırdın? Bizi serbest bırakıyorsun yani düşmanını.''
''siz benim düşmanım değilsiniz. Yaradılıştan ötürü kötü bir yola saptınız ama bunu değiştirme şansını size tekrar sunuyorum. Özgürsünüz, ülkeniz sizin ve elimizden geldiği kadar yeniden inşa ettik.''
Şaşkındı, haklı olarak. Bir bana bir de yanındaki duruma anlam veremeyen lorda bakıyordu, ''anlamıyorum, bunu yapmak senin zararına.'' Yerimden kalktım ve tek söz etmeden karşısına dikildim. Gözlerinin içine baktığımda sağ elimi havaya kaldırdım, kızıl ince halkalar belirdiğinde önce zincir sesleri sonra Sadar'ın hafif iniltisi duyuldu. Ellerini bağlayan zincirleri eriterek kırmıştım ve o artık özgürdü. Delice gülümseyerek aniden cüssesi büyüdü ve saniyeler içerisinde ejderhaya dönüştü. Başı tam önümde duruyordu ve öfke kokan nefesi saçlarımı uçuşturuyordu. Ben bir an bile yerimden kıpırdamadım ama Lort Esin mızrağını hazırlayıp gardını almıştı. Sadar sadece gözlerimin içine bakıyordu ve gardımı almamı bekliyordu ama bunu yapmayacaktım. Onun saldırmak için bekleyen bakışlarını es geçip kapıya doğru ilerleyecektim ama Sadar arkamdan kükreyecekti, zihnindeki sesi işitebiliyordum ve beni uyarıyordu, ''suçluyu affeden hâkim kendini mahkûm etmiş olur.'' Ona dönmedim ve olduğum yerde durarak gülümsedim, ''yani suçlu olduğunu kabul ediyorsun.'' Bitmişti benim için konuşma ve zihninden ses gelmediğine göre o da bunu kabullenmişti. Kuyruğunu geri çekip tahtın önüne yerleşmişti ve bizim gidişimizi izliyordu. Bir müddet ilerledikten sonra lordum merakla soracaktı, ''kararlarınızı sorgulamak benim haddime değil ama bunu neden yaptığınızı anlamış değilim?''
''onu dört duvar arasında bırakarak cezalandırmak mantıksızdı. Sadar'ı ancak vicdanı dize getirebilir. Bu yüzden onu vicdanıyla bir başına bırakmalıyız,'' yüzündeki durağanlığa yandan baktığımda, ''merak etme bize bundan sonra zararı dokunmayacak'' diyerek dışarıya çıkmıştım.
...
Ordu yavaştan ilerliyordu. En başta lortlar, ortada ordu ve en arkada ben ile İris vardık. Akel habercilerle birlikte ordunun üzerinde gözcülük vazifesi görüyordu; olası tuzak ve saldırılar için. Orman Krallığının sınırına vardığımız vakit kamp için durduk: iki gündür yürüyorduk. Bu süre zarfında beklediğim gibi ejderhalar tarafından herhangi bir saldırıya maruz kalmadık hatta taciz bile edilmedik. Bu benim için iyi bir haberdi. Akrep kalesi bir günlük mesafedeydi ve bu son kampımızdı. İzciler etrafı kolaçan ettiler, bir sorun görünmüyordu. Karargâh kuruldu ve ateşler yakıldı. Etraf çok soğuktu bu yüzden üşüyenler ateş yakmaktan geri durmadılar. Ben kendi çadırımda benim için kurulan tahtta oturuyordum. Çadır oldukça büyüktü ve dört bölmeden oluşuyordu, her bölmeyi ayıran perdeler vardı.
Uykum yoktu bu yüzden tahtın üzerinde öylece oturuyordum. Sırtım dik değildi, sol dirseğim tahtın kolluğunda ve elim çenemdeydi: düşünüyordum. Aklımda onca olasılık akıp gidiyordu ve az ileride duran masanın üzerindeki haritada çizdiğimiz savaş senaryosunu tekrar tekrar canlandırıyordum zihnimde hatta bir ara yerdeki halıyı kaldırıp topraktan çok küçük askerler ve kaleler yaratıp onları yaptığımız plana göre savaştırdım. Zorlanıyorduk ve sürekli zararlı çıkıyorduk. Kazansak bile çok büyük bir güç kaybına bedel olacaktı. Lortlarımın enerjileri tükenebilirdi ve bu isteyeceğim en son şey olacaktı. En iyi yolu ve en kusursuz planı bulmaya odaklandığımda babamın öğüdünü anımsadım, hiçbir plan kusursuz değildir diyordu. Haklıydı, kusursuz olamazdı ama en azından ilerisi için güç kalmalıydı. Şu durumda öyle bir sonuç söz konusu değildi...
''dalıp gitmişsin'' diye bir ses işittiğimde yerde asılı kalan gözlerim irkildi ve karşımda duran Akel'e bakakaldım. Tüm düşüncelerim aniden yok olup gitti ve bu afeti izleme zevki tüm bedenimi ele geçirdi. Saçları düzdü ve arkasında duruyordu. Boynuna takılı olan kalın bir işlemeli altın kolyeye bağlı olan altın zincirler koluna, beline ve bacaklarına kadar dağılıyordu ama en tahrik edici olan, bir bütün olması yetmiyormuş gibi üst bedenini örten hiçbir elbise olmamasıydı. Dolgun göğüslerinin üzerini öten sadece kalın bir zincirdi ve yetmiyordu. Belindeki altın kemerden sarkan ince ve yere kadar uzanan kızıl kumaşın arasından sıyrılan bacakları son derece davetkardı. Bedenimin giderek ısındığını ve artık kontrolümün bana ait olmadığını anlayabiliyordum. Gözlerimi ondan alamıyordum ve açıkçası çoktan onun hükmü altındaydım. Şu an ne isterse yapabilecek kıvamdaydım. Doğruldum ve bana yaklaşmasını izledim. Üzerindeki altından yapılma zincirler birbirine çarparken çıkardıkları sesler bir ninni misali göz kapaklarımı ağırlaştırıyordu, ''çok yorgunum'' dediğimde sesimin bana ait olmadığını fark ettim. Durgun ve uzaktan gelen bir ses gibiydi. Akel yaklaşıyordu bana ve sıcacık ellerini yüzüme sürüyordu. Kendimi kaybetmiştim ve ona teslim olmuştum. Ellerimden tutup beni kaldırdı ve soldaki yatak odasına götürdü. Yerdeki döşeğe yatırdığında artık tüm bedenim ateşten bir kor gibi yanıyordu ve terliyordum. Akel bu cesareti nereden aldı veya ne oldu da bunları yapıyor diye düşündüğüm sırada karnımın üzerine oturdu ve üzerime eğildi. Ben hareket etmek istesem de yapamıyordum ama o elleriyle yüzümü ve bedenimi keşfediyordu. En nihayetinde göğsümdeki yıldıza yerleşik durumda olan arvisime dokunduğunda bazı sözler fısıldadı. Gözlerimi onun güzelliğinden ve tahrik edici göğüslerinden alamadığım sıralarda üzerindeki zincirlerin karnıma ve bacaklarıma değdiğini hissettim. Anladığım kadarıyla çıplaktım ve şu an o da üzerindeki takıları çıkarıyordu. Tamamen çıplak kaldığında artık birleşmiştik. O anlarda yeryüzünde olmadığıma emindim, sanki bedenim ölümle yaşam arasında sıkışmıştı ve kontrol edemiyordum. Göz kapaklarım ağırlaştıkça ağırlaşıyordu ve neden hâlâ devam ettiğini anlamadığım Akel daha da zevk duyarak üzerimden inmiyordu. Midem bulanıyordu ve tırnakları göğsümü deşiyordu. Canım acıyordu, ''dur'' sesim cılız çıkmıştı ve yine bana ait değildi. Ne kadar tekrarlasam da o durmadı. Ruhum azap içindeydi ve tüm hücrelerim bunun doğru olmadığını haykırıyordu ama kendime gelemiyordum. Bulanık görüyordum onu artık. Gözlerimde takat kalmamıştı ama o gülümseyerek bana bakıyordu. Görünüşü Akel'e benzese de sanki o değildi derken aniden kafasını delip geçen bir ok gördüğümde her şey normalleşmeye başladı. Hızla yanıma gelen Akel'e bakarken şoka uğramıştım. Bir de üzerime yığılan ve Akel'in üstümden atmaya çalıştığı iğrenç yaratığa baktığımda bunun büyü olduğunu yeni anlamıştım. Bedenim büyünün etkisinde olacaktı ki hareketlerim kısıtıydı ve Akel bunu anladığında yaratığı iyice uzaklaştırıp üzerimi örterek askerleri çağırdı. Elini başıma koyduğunda gördüğün en son şey korkuyla bakan gözleri olmuştu sonrası ise hiç özlemediğim karanlıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
ФэнтезиTanrı kurdun rahmine yerleştiğinde gökyüzü yeryüzüyle bir oldu. Yeryüzünde doğan bir fitne yeraltıyla bir olduğunda yok oluş günü geldiğini ilan etti. Tanrı ve Tanrıçaların aşkı gökyüzünden taştı. Kayra Han yeryüzünü düzene sokmak istedi, bir şeh...