Marobis Hakanlığı

115 20 1
                                    


Geray

Akel'i bu şekilde bırakıp gitmek istemezdim lakin müjdeli haber ona verildiği gibi bana da verilmişti ve onu tehlikeye atamazdım. O mışıl mışıl uyurken kalktım yanından saçlarını derince öptükten sonra sessizce odadan ayrıldım. Ordu hazır durumdaydı ve emrimi vermemle birlikte önü birlikler yola çıktı. On iki hayvanın altısını Nara da bırakmıştım geriye kalan altısını ise burada bırakarak ben de çıktım yola. Şahmeran gelmeyecekti ve Akel her şeye rağmen gelmek için diretmesin diye onu da bıraktım. Biliyordum hatta adım gibi emindim ki Akel bir yolunu bulup yine de gelecekti. Deli kutup yıldızım benim. Kızıl ve dizginlenemeyen. Güzel ve büyüleyici.

Tulpar'ın üzerinde Merküt ile birlikte süzülürken aşağıda ilerleyen orduyu süzüyordum ve bir müddet sonra karşılaşacağım şehrimi ilk gören olmak istiyordum. Kalbimde tarifsiz bir heyecan vardı. Bazen sıkışıyordu ve bazen kendiliğinde rahatlıyordu. Şehrimi hissedebiliyordum. Kuruyan toprağını ve soluyan bitkilerini. Artık akmayan sularını ve ışıldamayan devasa surlarını. Bir yanım hüzün öteki yanım kavuşmanın özleminden doğan heyecan ve mutluluk. Derin derin soluyordum ve beni kimse bu halde görsün istemiyordum. Bir çocuk gibi heyecanlıydım. Kalbim boynuma atıyordu ve kulaklarım bunun etkisinden ağır işitiyordu. Ta ki kayalıkları geçip Mari Ovasına çıkana kadar. Akman ve ordusuna yetişmiştik ama aynı zamanda Marobis'e de varmıştık. Ordaydı, kurumuş ve ağlayan şehrim. Işığı sönmüş bir şekilde beni selamlıyordu. Göz yaşlarım durmadı gözlerimde ve aktı. Orası benim kalbimin diğer yarısıydı ve ne haldeydi. 'Kurtar beni' diye bağırıyordu adeta. 'Kurtar beni bu zulümden' diyor demesine ama ben buraya onu yıkmaya gelmiştim...

Akmanın ordusu plana göre gönderdiğim Tepegözlerle savaşırken arkadan bizim gelmemizle birlikte tedirgin olduğunda bir anda şehrin ana kapısı ardına kadar açıldı ve içine doğru kaçmaya başladılar. Buna izin vermemeliydim. Onları şehrin dışında tutmalıydım. Öfkeyle kaşlarımı çattığımda Tulpar2ın dizginlerini sol elimle iyice sıktım ve asamı sağ elimde ortaya çıkarak hafifçe eğildiğimde Tulpar biraz aşağıya yöneldi ve doğruca ileriye gitti. Merküt yanımdan ayrılarak aşağıya indi ve Lort Altay'ı üzerine alıp ardıma takıldı. Lort Kuyaş ile Lort Barçin havalanıp ardımıza takıldılar. Akman şehrin içine girmemeliydi. Tepegözler bunun için uğraşırlarken büyük kayıplar veriyorlardı ama hiç tereddütsüz devam ediyorlardı. Marobis savaş meydanından biraz uzaktı ve benim mari ordusu Akman'ın ordusuyla çarpışmaya başladığında Akman öfkeyle bize baktı. Ne ileriye gidebiliyorlardı ne de geri. Şaşkındı, zira bizi bir önceki savaşta hırpaladığını sanıyordu ama biz hiç dinlenmeden gelmiştik buraya ve şimdi savaşıyorduk. Öfkeliydi, haklı olarak. Arvisi parıldadı ve ellerini etrafındaki kızıl çizgiler belirdiğinde yerin altından çıkan lavlarla bizi hedef alıyordu ama bunu yaparken yerin üstünde olan askerlerini hiçe sayıyordu. Kabul etmeliydim ki hızımızı kesmişti ama durmayacaktık. Nereden çıkacağını bilmediğimiz lavlara karşı koymaya çalışırken bu sefer okları bizi bulmaya başladı. Tulpar kanadından vurulduğunda sağa doğru inişe geçmiştik. Tulparı göndermeliydim zira ona bir şey olsun istemiyordum. Hemen üzerinden atlayarak büyük bir rüzgârla yere inmemle düşmanla çarpışmam bir olurken Lortlarım da bana katılmıştı. Bu son savaş olacaktı. Başka bir savaşa gerek olmamalıydı. Artık yeterdi... Savaştık kendimizden geçercesine. Önüme çıkan her düşmanı yere sererken bir gözüm Akman ve Yalancı Mürsel'deydi. İlk fırsatta işlerini bitirmeliydim derken yine zihnime girmeyi başarmıştı. Bu bana ağır bir darbe olmuştu. Durup zihnimdeki yalanları dinlediğim an bir şeytanın kılıcını karnımda hissetmem eş zamanlı olmuştu ve ardından o melodileri duydum. Şeytan gülümsüyordu ve beni gören herkes şoktaydı. Hakan vurulmuştu. Ve tepemdeki şeytan sırıtarak karnıma sapladığı kılıcını çekerken canım acımıştı. Gerçekten de yaralanmıştım ve delinmez denilen zırhım delinmişti. Beni derinden yaralayan şeytana bu yetmeyecekti ki yüzüme sertçe vurduğu yumrukla beni yere serecekti. İşte o anda öldüğümü herkes duyacaktı. Bana yetişemeye çalışan lortlarımı görebiliyordum ve hayretler içerisinde kalan Akman'ın giderek yanıma geldiğini de. Düştüğüme inanmıyordu. Sadece o değil kimse inanmıyordu. Lortlarım ulaşamıyordu bana ve Akman giderek yaklaşıyordu. Onu durdurabilecek tek bir kişi vardı: İris. O da şoktaydı ama benim yerde serili olduğumu ve kardeşinin elinde kılıçla yanıma geldiğini gördüğünde hızla ona doğru koştu. Önce kendi Kraliyet Asasını fırlattı, belki yaralanır veya en kötü ihtimalle yavaşlar diye ama olmadı. Nasıl yaptığını bilmiyordu ama Akman asayı tam önünden geçerken yakaladı. İkisi göz göze geldiklerinde Akman 'hayır' dercesin kafasını sallıyordu. İris öfkeliydi ve umursamadı, koşmaya devam etti. Ölmediğimi biliyorlardı zira ölseydim önce lortlarım sonra da şehir ölürdü. Şimdiye kadar böyle bir şey olmamıştı. Tam tersi lortlarım çok daha gaddarlaşarak tüm güçlerini kullanıyorlardı ve bu sayede düşman askerleri büyük bir azalma yaşıyordu. Bunların hiçbiri Akman'ın umurunda değildi. O bana ulaşmak ve beni öldürmek istiyordu. Zira şu an en uygun andı. Deliren mari ordusu beni şeytanların çemberinden kurtarmak için ne kadar uğraştılar ise başaramadılar. Şeytanlar, Yalancı Mürsel ve müritleri, hortlaklar ve cinler izin vermiyordu. Bazı cinler hemen yanıma gelip beni sıkıca tuttular ve yaramla oynama başladılar. İşte bu canımı yaktığında çığlık atmıştım. Eğleniyorlardı ama ben bir şey yapamıyordum.

İris deliye dönmüştü ve önüne çıkan her engeli aşıp kardeşine nihayet ulaştığında Akman ateş çemberi ile onu durdurmayı denese de o buz gücünü kullanarak çemberi geçti ve kılıcını kardeşinin üzerine savurdu. Akman bu hamleden kurtularak askerlerine seslendi, ''Hakanı öldürün ve sakın kız kardeşimle aramızdaki meseleye karışmayın.'' İris daha da sinirlenerek, ''ben senin kız kardeşin değilim. Ben senin hiçbir şeyin değilim.'' Benim öldürülmeme mâni olmak için yön değiştirse de artık Akman onun peşini bırakmayacaktı. Ve bana gelince de yerdeki cinlerle uğraşırken aniden karnımın içinden çıkan sivri toprak benimle birlikte tepeme dikilen ve beni öldürmek isteyen şeytanı da öldürerek ikimizi de delip geçmişti. Mari ordusu ve Akman'ın ordusu durmuştu. Düşman mutluydu ve benim ordum hayretler içindeydi. İris ağzı açık bir şekilde olanı gördüğünde ilk aradığı Toprak Lordu olmuştu. İleride elinde gürzüyle öfkeyle bakıyordu eserine. Bir ayağı önde ve muhtemelen buna sebep olan ayağıydı, öylece duruyordu. İris'in kılıcı bana bakarken elinden düştü ve gözleri doldu. ''O öldü'' diyen Akman'ı aldırmadı. Soluklanmaya çalışıyordu diğer herkes gibi. Haklılardı, görünürde liderleri ölmüştü ama hayır ben hayattaydım ve şu an şehrin içinde Lort Altay ile birlikte gizlice ilerliyorduk. Bu plandan kimseye bahsetmemiştim sadece lortlarım biliyordu. Mari ordusu teslim olmak üzereyken benim şeklime bürünen orman cininin ölümü beklendiği gibi bir yıkıma neden olmamıştı ve o anda Yalancı Mürsel yine durmayacaktı. Zihinlerine girip yalanlarını akıtırken nihayet savaşın ikinci kısmına geçebilirdik.

Lort Altay beni emrimle taş ordusunu şehrin içinde ortaya çıkardığında büyük bir hengâme koptu. Olay hızla Akman'a ulaştığında İris de duymuştu. Bunun bir plan olduğunu yeni anladı ve hiç vakit kaybetmeden kılıcını eline alarak kardeşiyle yeniden savaşırken Tepegözler şehrin açık kapısından içeriye girmek için koştular. Mari ordusu yeniden dirilmişti ve benim amacım Tumar'a girip İlter ile Erdenay'ı serbest bırakmaktı. İris dışarıda Akman'ı oyalarken Yalancı Mürsel şehre girdi ve açıkça peşime takılacaktı. Dışarıda ordum iyice savaşırken benim deli kutup yıldızımın geldiğini gördüm. Üstelik ejderha ordusuyla. Dışarıdaki savaş alanına ateş püskürten ejderhalar ordusunun bir kısmı daha sonra şehrin içine doğru geleceklerdi. Akman, kız kardeşi yüzünden ne gücünü kullanabiliyordu ne de ordusunu yönetebiliyordu. O an kabul etmişti ona çok iyi bir oyun oynamıştım. Şehrimin içindeydim ve burada olduğum müddetçe beni kimse yenemezdi. Gücüm ve kudretim burasıydı. Ben içeri girdiğim andan beri kuruyan toprak yeşermişti ama çok geçmeden o da kanla tanışmıştı. Umurumda değildi bana verilen görevi yerine getirmem gerekiyordu. Şehrin tahtına lortlarımla birlikte oturup kalbi almalıydım. Ama önce Tumar'a girmeliydim. Önüme dökülen onlarca şeytanı ve askeri hiç ede ede ilerledim. Tepegözler ve Demirkıyankların da yardımıma gelmesiyle işim kolaylaşsa da Tumar'ın merdivenlerinde hiç istemediğim kişiyle karşılaştım. Yalancı Mürsel birkaç askerle birlikte orada dururken ben de durdum ve zihnime girmeye çalıştığı anda başının üzerindeki tacı bir ok darbesiyle düşmüştü. Bu sayede gücünü kaybetmişti. Askerler tacı yerden almaya çalışırlarken bir ok daha geldi ve bir asker yere devrildi bir tane daha gelip başka bir asker yere serilince kalanlar hızla oradan uzaklaştılar. Akel idi bu hiç şüphesiz ve kısa süre sonra Merkütten inerek arkama geçmişti yanında Mısıg ve Ataş ile birlikte. Mürsel ile bir başımıza kalmıştık. Bunu gören bazı müritleri koşarak bana doğru gelirken bu sefer Sadar ve arkadaşları onları kül edene kadar yakmışlardı.

''bir başına kaldın yalancı. Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?'' konuşmuyordu ve açıkçası nedenini bilmiyordum. Taç hemen arkasındaydı ve hızla alabilirdi ama yine de almadı. Ben asamı kılıca çevirip onun başını bedeninden ayırmayı planlarken bir anda diz çöktü ve boyun eğip öylece kaldı. Teslim olmuştu ve artık umurumda bile değildi. Vakit kaybetmeden saraya doğru ilerlerken yerdeki tacı alıp gücümü kullanarak toprağa çevirdim. Tam da bu anda arkamda vurulan birinin sesini iştir işitmez geriye doğru baktım. Elinde hançer olan Yalancı Mürsel yerdeydi. Beyaz kıyafeti giderek kırmızı oluyordu yanı başında ise Ataş ile Mısıg, ''ölü Yalancı Mürsel.'' Umutsuzca baktım cesedine ve hiç aldırmadan yoluma devam ettim. İlerledim ve nihayet saraya girmiştim. İlk işim olarak zindanlara indik ve karşımıza çıkan her düşman askerini yerle bir ettik. Mısıg ve Ataş zindanların kapılarını tek tek açarlarken ben ve Akel nerede olduklarını bildiklerimin yanına gidiyorduk. Nihayet hücrelerine vardığımda gürze dönüştürdüğüm asamla kapıları tek tek kırıp bana karşı dumura kalmış olan İlter ve Erdenay'ı dışarıya çıkarmıştık. Artık tek yapmam gereken lortlarımın bir an önce bana gelmesi ve İris'in yaptığımız plana göre Ateş Lordunun arvisini ve yayını Akmandan almasını beklemekti. 

MAROBİS (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin