Bana ne damga vurulacaktı, bilmiyorum. Şu an yaptığım şey benim için fedakarlıktan başka bir şey değil: en azından ben buna inanıyorum. Geray teslim olsaydı itibarı zedelenirdi ve Akman daha da güçlü görünürdü. Lakin buna izin veremezdim. Biliyorum onun da bir planı vardır çünkü şu anda en üstünümüz. Ben ise kalbinin sesine yenik düşen bir prenses. Belki bu yaptığım işleri daha da zorlaştıracak ve kendi ellerimle sevdiğim adamın idamını hazırlamış olacağım...
Aklımdaki karabulutlar uzun bir süredir kalbimin üzerinde gezinip duruyorlardı. Merküt, sessizce süzülüyordu havada. Bana Hanımım demişti ve Geray gibi koktuğumu: biliyordu ya da Lort Barçin'in dediği gibi o da efendisine ruhuyla bağlı. Bu şekilde benim enerjimi hissediyor olabilirdi, ''bana neden Hanımım dedin?'' rüzgârın olmadığı ama serin bir havanın içinden geçtiğimiz çölün üzerindeydik ve nihayet dilim konuşmaya vakıf olabilmişti. O ise hedefine odaklanmış ve sorduğum soruyu duymuştu, ''ben ve Tulpar efendimizi kokusundan tanırız ve siz efendim onun kokusuyla yıkanmış gibisiniz.'' Söylediği sözlerin altında yatan anlamı anlamıştım ve şimdi bana saygı duyarak alttan konuluyordu, ''lakin şimdi ona ihanet etmişim gibi hissediyorum.'' Gözlerim dalgınca onun yumuşacık, havayla dans eden tüylerine bakarken aniden aşağıya doğru süzüldü ve bildirdi, ''oradalar.'' Kanım donmuştu adeta. Hızla atmaya başlayan kalbimin yanında gözlerim ilerideki topluluğa baktı. Bir taş çemberin üzerinde duran tek kişi vardı arkasında, kumların üzerinde ise onlarca süvari. Hiç şüphesiz çemberde olan Akmandan başka biri değildi. Gittikçe yaklaşıyorduk ve onlar bizi izliyorlardı. Merküt yere konduğunda gözüm ilerideki adama bakıyordu ve evet oydu. Tüm kibri ile zırhını kuşanmış, kız kardeşinin yüzünü aratmayan çehresiyle tek kaşını kaldırmış vaziyette bana bakıyordu. Şaşkındı ve arkadakiler de öyle. Merkütten indiğim anda ister istemez sırtım onlara yönelmişti ve bir şamanın sesini işitmiştim, ''Ateş Lordunun yayı!'' onlara dönüp baktığım sırada Akman sağ elini hafifçe kaldırıp şamana susmasını emrediyordu ama keskin ve ciddi yüzü bana bakıyordu. İlerledim, korkusuzca görünmeye çalışarak. Birkaç adımdan sonra önümdeki bir karış yüksekliğindeki taş zemine ayak bastım. Oldukça genişti ve sağ tarafında büyükçe bir kaya vardı. Bu kaya Tanrı Ülgen ve Erlik Han'ın yeryüzünü yaratırken oturdukları yer olmalıydı.
''söyler misin bana? Geray başından beri bir kadın mıydı yoksa karşımdaki gerçekten de bir kadın mı?'' oldukça yakışıklı ve heybetliydi. Bunu inkâr edemezdim ama o zalimdi. Boynuna dokunan uzun saçlarının rengini fark ettiğimde sol tarafta yanan meşaleyi henüz görebilmiştim. Yüzü şimdi daha da asildi.
''ben Geray değilim.'' öfkeme hâkim olmalıydım yoksa her şey mahvolabilirdi. Karşımdaki adam her ne kadar ailemin katili olsa da şu an tek başımaydım ve bu siyah kumların hükmettiği çölde zeki olmaktan başka silahınız olamazdı.
''o zaman bu karşımdaki dünyalar güzeli kız da kim?'' gözleri dalmıştı ve sanırım Lort Alçin'i anımsamıştı.
''kim olduğumun bir önemi yok. Buraya anlaşma için geldim ve Hakan Geray gelmeyecek.'' Arkadaki şamanın ve askerlerin uğultusunu tek bir el hareketiyle susturan Akman olduğu istikamette bir sağa bir sola yürüyerek devam edecekti, ''bana gelen haberci kendisinin teslim olmak için buraya geleceğini söylemişti. Ne o, yoksa Yüce Hakan verdiği sözleri yerine getiremeyecek kadar aciz mi?''
''buraya anlaşma için geldim, Hakan için bir beden ödemeye. Onun bundan haberi yok... Eğer gerçekten ondan korkmasaydın orduların savaşına masumları dahil etmezdin.'' Bir an durdu ve yandan sırıtarak bana baktı, ''o zaman söyle neyin anlaması bu?''
''sana zaten arvisine sahip olduğun Ateş Lordunun yayını, bu katliamları bir kez daha tekrarlamamak şartıyla ve dahi beni serbest bırakman karşılığında vermeyi teklif ediyorum. Burada bana dokunamazsınız, beni rızam olmadan esir alamazsınız ve ben izin vermeden yayı benden alamazsınız.'' Sırıtıyordu ve arada söylediklerime hafifçe gülmüştü. Eğleniyordu.
''bana adını söyle, kim ile anlaşma masasına oturduğumu bilmek istiyorum.'' Nihayet eski yerine geçip sabitlenmişti ve doğruca bana bakıyordu: duygusuz ama korkulacak bir çehreyle.
''adım Akel: Kirisya prensesi Akel.'' Tek kaşı kalktığında dudakları öne doğru büzüldü. Ellerini pelerinin altından birleştirerek birkaç adım öne çıktı, sırıtıyordu ve bu giderek öfkemi besliyordu, ''tüm ailesi askerlerimin kılıcında can verirken kaçan prenses sendin demek,'' öfkem nefesimi kesiyordu ve iki elimle yayın kirişlerini sımsıkı tutarken avucumdaki acıyı bile es geçmiştim. Karşımda duran bu ahlaksız zalim yaratık benimle alay ediyordu ve öldürdüğü ailemi bana eğlenerek hatırlatıyordu, ''nasıl mümkün oldu? Yanlış anlama ama o yaya sahip olmak zordur. Ben bile arvisi almışken yay gelmemişti. Yoksa...'' yüzündeki aptal bakışlar neye işaret ettiğini haykırmaya yetiyordu ve bu öfkemi taşırmıştı. Beynim işlevini yitirmişçesine yayı elime aldım ve kirişlerini gerdiğimde direkt Akman'ı hedef aldım. Eğer arkamda duran Merküt'ün uyarısını almamış olsaydım hanların lanetini üzerime almış olacaktım.
''Hanlar Çölünde kan dökülmez efendim. Lütfen sakin olun.'' Akman benden daha zekiydi ve hiç rahatsız olmamıştı. Arkadaki askerler silahlarına davrandıklarında bile onları şamanlar durdurmuştu.
''tamam kabul ediyorum bu benim suçumdu. Şimdi gelelim anlaşmaya,'' şeytani yüzü önce Merküt'e sonra bana yöneldiğinde yayı indirmiştim. İki elini de yana açarak mutlulukla, ''kabul ediyorum!'' diyerek bağırdı ve bir kahkaha patlattı, ''eğer o yayı bana verirsen, yemin ederim ki masumları bir daha asla öldürmeye kalkmayacağım ve şimdiki katliamları sonlandıracağım. Ve sen Prenses Akel, dilediğin gibi özgürsün. Bizden hiç kimse sana dokunmayacak.'' Artık tek baktığı yer elimdeki yaydı ve onu istiyordu, ''o zaman Hanların Çölünün üzerine yemin ediyorum ki anlaşma sağlanmıştır. Bundan geri de dönüş olmaz.'' Tüm ciddiyetimle bu sözleri sarf ettikten hemen sonra yerdeki taşın üzerine etraftaki siyah kumlar üşüştü ve giderek artarak çemberin etrafında birkaç tur döndüler. En sonunda bir ışık içinde kaybolduklarında arkadaki şaman tok sesiyle konuşacaktı, ''eğer ikinizden biri sözünden sönecek olursa bu kumlar onun tüm bedenini içten sarıl boğacaktır ve buna çözüm yoktur.''
Artık tek yapmam gereken yayı ona vermekti. Temkinli adımlarla ilerledim ve hiç düşünmeden yayı onun avuçlarına bıraktım, ''Lort Alçin'in intikamını alacağım Akman, bunu unutma.'' Sessizlik içerisinde sadece onun duyacağı şekilde bunları söylerken ki kırgın bakışları yüzüne yansımamıştı. Tüm bunlara rağmen yay benim elimden çıkıp onun yeline geçtiğinde henüz sevinmemişti ki acılar içerisinde tek dizinin üzerine düştü. Çığlık açıyordu ve acı çekiyordu. Arkadaki askerler hareket edecekleri sırada şaman onlara izin vermeyecekti. Yüzü gülen şaman efendisine bakarak, ''aktarım yapılırken ona dokunmayın.''
Aktarım mı?
Korkuyla uzaklaştım oradan, Merküt'ün yanına geçtiğimde Akman'ın etrafında oluşan ateşten çember ve boynunda duran arvis giderek birleşiyordu. Hayretler içerisinde olanları izlerken Merküt, ''hadi gidelim efendim. Buradaki işimiz bitti'' diyerek beni uyardığında gagasıyla omuzuma dokunmak zorunda kalacaktım. O derece etkilenmiştim, şu anda Akman dizleri üzerine çökmüş ve acılar içerisinde çığlık atıp duruyordu. Etrafında adeta dans eden alevler giderek büyüyordu ve arvisin içerine giriyordu. Hızla Merküt'e bindiğimde şaman yüksek sesle söyleyecekti, ''eksik parça tamamlandı!'' hiçbir şey anlamamıştım. Bu anlamayan halimin üzerine havalanan Merküt tüm gücüyle buradan uzaklaşmaya başladı. Her ne kadar ona neler olduğunu sorsam da şamanın söylediklerini korkuyla tekrar edecekti, ''eksik parça tamamlandı.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
FantasiTanrı kurdun rahmine yerleştiğinde gökyüzü yeryüzüyle bir oldu. Yeryüzünde doğan bir fitne yeraltıyla bir olduğunda yok oluş günü geldiğini ilan etti. Tanrı ve Tanrıçaların aşkı gökyüzünden taştı. Kayra Han yeryüzünü düzene sokmak istedi, bir şeh...