İlk Karşılaşma

110 20 0
                                    


Gün boyunca yağan şiddetli yağmuru sonunda durmuştu ve günlerdir yağmurun balçık yaptığı toprağın kurumasını beklemiştik. Nihayet kurumuştu. Planlarımızın çerçevesinde ordu hazırlanıyordu. Diğer taraftakiler de aldığımız haberler doğrultusunda harekete geçmişlerdi. Şimdi sıra en büyük savaştaydı. Lortlarım ve ben Tepegözler ile birlikte en önde ilerledik. Yanımda İris ve Akel ile birlikte. Arkamızda uzak bir mesafeyle İtbarkalar, yılanlar, buz ordusu ve kalan askerler geliyordu: plan buna göreydi. Akel her zaman olduğu gibi Merküt'ün üzerindeydi ve tamda bizim hizamızda gökteydi. Yürüdük ve ilerledik. Patra şehrinin sınırlarından çıktığımızda bomboş otlak alanlar önümüze serilmişti ve bu da Marobis Hakanlığının sınırı demekti: işte bu kadar yaklaşmıştık. Çok uzakta yanan ışıklar ilk bakışta yıldız olarak algılansa da onlar düşmanımızdı. Binlerce meşale vardı ellerinde ve evet ilk defa etraf bu denli karanlıktı. Akman ve ordusu şehri o denli kirletmişlerdi ki karanlık normalken bile verdikleri hasarın etkisi her yerde kendisini belli ediyordu. Arkamda duran Lort Kuyaş ile arvis sayesinde iletişime geçtiğimde kendisi gücünü kullanarak bir ışık yarattı ve etrafı güneş kadar olamasa da güzelce aydınlatan ışığı göğe bıraktığında etraf hızla aydınlandı. Yapay güneşimiz gökteki yerini aldığında karşımızdaki devasa ordu tüm ihtişamıyla gözle görülür oldu. Işığın yükselmesiyle birlikte onlar ellerindeki meşaleleri söndürdüler. Ve Akman bizim geldiğimizi öğrenir öğrenmez yanında Yalancı Mürsel ile birlikte en ön safta belirdi. Onu ilk defa görüyordum. Gerçekten de kız kardeşinin ikiziydi. Yüz hatları birbirinin aynısıydı. Yüzünde atalarının asilliği vardı ve elbette Erlik Han'ın kötülüğü. Sanki yeryüzünü bu hale getiren kişi o değilmişçesine atının üzerinde asilce duruyordu. Gözleri sadece benim ve kız kardeşinin üzerindeydi. Öfkeliydi ve yanındaki yalancıya keskin bir bakış attığında Mürsel başının üzerindeki örtünün altından çenesini dikleştirip bir şeyler söyledi lakin bu mesafeden yeterince duyamıyordum. İlk ordu yaptığımız plana göre yerlerini alırken Tepegözleri gören bazı insan olan askerler korksa da şeytanlar ve toprağın altında saldırı için bekleyen hortlak ile cinlerin korkmadığını çok iyi biliyordum.

Bir süvari belirdi, giderek bize yaklaşıyordu. Hiç bakmama bile gerek kalmadan Lort Altay yerinden ayrılıp gelen süvariyi bize varmadan uzakta bir yerde karşıladı. Bir müddet konuştular ve ardından yerlerinden ayrıldılar. Elbette ne konuştuklarından haberdardım ama lordun gelip herkese söylemesini istedim. Atını iyice dizginleyen lort önce bana sonra da İris'e baktı. Yüzü gayet ciddiydi, ''Kralları sizinle birebir görüşmek istiyor efendim.'' Gözlerim ona bakarken sözü biter bitmez Akman'a baktım. Gerçekten de böyle bir yüze sahip biri nasıl olur da zalim olabiliyordu.

''sizi benimle tehdit edecektir. Ülkesine ihanet etmek istemeyecek bundan dolayı buz ordusunu göndermeni isteyebilir.'' İris kendince, kardeşini tanıdığı kadar çıkarımını yapmıştı. Ben ise lordumu başımla onayladıktan sonra İris'e aynı ciddiyetle bakıp onayladım. Tek bir söz söylemeden Tulpar'ı öne sürdüm. Benim ilerlediğimi gören Akman da hareketlendi ve bana doğru ilerledi... Hissedebiliyordum: bu buluşma gökyüzünden takip ediliyordu. Rüzgâr bile sinmişti. Tanrıların bizi izlediğini ve Gök Tengri'nin nefesinin ensemde olduğunu iliklerime kadar hissedebiliyordum. Akman da ilerlerken bunların farkındaydı. O da her ne kadar zalim olsa da tanrıların varlığından haberdardı ve onlara inanıyordu. İnanmayan zalimden daha kötüsü inanan bir zalimdir. Ve bunun en büyük örneği giderek bana yaklaşıyordu. Merküt, Akel ile birlikte gökyüzünde süzülürken o meşhur ötüşünü yaydığında Akman gökyüzüne bakmıştı. Onu uyarıyordu, 'efendime bir şey yapmaya kalkmadan önce varlığımı göz ardı etme' diyordu. Gerçi Akman onun dilinden anlamasa da artık ondan haberdardı.

Artık karşı karşıyaydık. Yeryüzünün iki kutbu nihayet bir aradaydı. Kuzeyin sahibi ve şimdilik güneyin sahibi. Yeraltı ve yeryüzü. Akman ve Geray... siyah ve koyu kırmızı rengindeki kumaşlardan olma zırhının göğüs kısmındaki arvis bana bir kez daha onun Ateş Lordu olduğunu hatırlattığında, aniden zihnimi saran Yalancı Mürsel'in sözleri yine kafamı karıştırmıştı; eğer Akman yeni Ateş Lordu ise nasıl oluyor da bana biat etmiyor: diğerleri gibi. Yüzümde oluşan öfke ve anlık umutsuzluktan sonra o melodileri yeniden işitmiştim. Yalancı Mürsel iş başındaydı ama biz de hazırlıklıydık. Lort Esin'in bineğinde ve hemen önünde oturan Erlinay rüzgârın yardımıyla melodileri bana kadar ulaştırmıştı. Zihnim yeniden aydınlandığında karşı tarafta merakla başını yavaşça hareket ettiren yaratığa baktım. Sesin nereden geldiğini merak ediyordu ve nasıl oluyordu da beni etkileyemediğini. Pek tabi önümde duran Akman öylece sesi duyarken bakışları kaydı, anlık olarak zihnine yöneldi lakin bende işe yaradığı gibi onda yaramamıştı. Öfkeli bakışlarıyla yeniden eski asilliğini takındı, ''sana bildirilene neden uymadın? Şu an Gök Tengri'ye karşı geldiğinin farkında mısın?''

''takdir etmeliyim ki az daha inanıyordum ama sonra hatırladım ki tanrılara karşı gelen ben değil sen ve yanındaki ucubeydiniz. Gerçekten de inanacağımı mı sandın?'' gözleri hafifçe kısıldı. Şaşırmıştım yoksa o da mı Yalancının sözlerine kaptırmıştı kendisini, ''ciddi olamazsın. Ona inanıyorsun.''

''inanıp inanmam sana kalmadı. Birazdan orduna neler yaptığını gördüğünde neden yanımda olduğunu çok iyi anlayacaksın Hakan.'' Öfkeliydi ve kusmaktan geri durmuyordu. Ben ise tam tersi sakindim, ''hiç şüphesiz yaptıklarının bedelini ödeyeceksin Akman.''

''bedel ödemeyi işini ben bu yola çıkmadan önce hallettim.''

''bundan önce ödediklerin sonrasında ödeyeceklerinin yanında hiçbir şey. Emin ol.'' Gözleri karardı ve arvisi parıldadığında ellerinin etrafında ince bir kızıl çizgi belirdi, ''sakın beni tehdit etme Hakan. Sakın.''

''elindeki gücü sevdiğin kadını öldürerek aldın ve kullanırken bir an bile vicdan azabı çekmiyorsun. Zalimliğin seni bitirecek ey ateşin sahibi. Gücünü kullanmaktan geri durma zira biz bir an bile durmayacağız.'' Gücünü kullanmamıştı, aklından ne geçti bilmiyorum ama öfkesinin hemen ardından sersemce gülmeye başladı. Ellerinin etrafındaki çizgiler kaybolduğunda arvisin ışığı söndü, ''bana uyar,'' gözlerindeki zalimlikten zevk alan bakışlarını gördüğüm an inandım onun Akman olduğuna zira gözleri öyle bir parlıyordu ki sanki biraz sonra kılıcının öldürdüğü yaratıkların kanını içecek gibiydi, ''İris ve buz ordusunu sakın savaşa dahil etme. Bu savaş benim ve senin aranda.''

''İris bugüne kadar beni hiç dinlemedi ve seni de: gönderdiğin mektuplardan haberim var. Şimdi ilk saldıranı belirlemek için üç savaşçını gönder de bu işe bir son verelim.''

''öyle olsun.'' Öfkeyle atını geri çekip hızla yerine doğru ilerledi ve ben de kendi yerime geçtiğimde gülümsüyordum. Her şey planladığımız gibi gidiyordu.

Kısa süre sonra üç tane canavar belirdiğinde Lort Altay'ın sözü çok hoşuma gitmişti, ''şeytanın askeri şeytan olurdu zaten.'' Evet benim askerimde benden olmalıydı. Arvisim sayesinde Lort Altay, Lort Aydilge ve Lort Aspar'ı gönderdim. Onlar ilerlerken nihayet beklediğim gibi Yalancı Mürsel askerlerimin zihnine girmeye çalışıyordu. Bir müddet farkında değilmiş gibi davrandım ve Erlinay'a zamanı geldiğinde Meleklerin Ruhunu kullanması gerektiğini Lort Esin söyleyecekti ama şu an değildi. İris tedirgin duruyordu, haklıydı ileride düşman vardı ve liderleri bizzat ikiz kardeşiydi. Her ne kadar inkâr etse de kardeşlik bağı bunu gerektiriyordu. Onu yargılamak benim haddime değildi.

Lortlarım bir müddet yaklaştıktan sonra bineklerinden indiler ve kalan mesafeyi yayan yürüdüler. Şeytanlarla eşleştikten sonra aralarında biraz mesafe kaldığında durdular. Bu durumda onlara müdahale etmeyecektim zira üçünün de çok güçlü olduğunun bilincindeydim. Ayrı ayrı birbirlerinden uzaklardı ve şeytanların eş zamanlı saldırısıyla çarpışma başlamıştı. Aynı zamanda Yalancı Mürsel de istediğini elde etmeye başlıyordu. Hedefi, bozkurdun bildirdiğine göre Tepegözlerdi ve şimdi Şazmap'ın zihnini kurcalıyordu. Lortlarım gayet iyi bir şekilde henüz silahlarını çıkarmamalarına rağmen iyi mücadele ediyorlardı lakin Şazmap gittikçe homurdanıyordu. Hemen arkamdaydı onu duyabiliyordum. Hafiften başımı sol tarafa çevirdiğimde beni görmüştü ama bir şey söylemedi. Aldırmadan önüme tekrar baktım lakin gittikçe huzursuzca sesler çıkarıyordu. Ben ise Mürsel'e bakıyordum.

''bu yaptığımız yanlış'' dedi aniden Şazmap. Hem ben hem de yanımdaki İris merakla ona baktık. Onun askerleri de huzursuz görünüyorlardı. Birkaç saniye ona baktıktan sonra Lort Esin, Elinay'a emri verdi. İşte o anda Yalancı Mürsel sinirlendi, atının dizginlerini sıkıca kavrayıp derince nefes verdi. Melodiler sayesinde Şazmap zihnindeki düşüncelerden kurtulmuş ama devreye bu sefer bizim planımız girecekti.

Lort Altay kendi rakibi olan şeytanı az önce ortaya çıkardığı kılıcıyla yere serdiğinde hem Akman hem de Yalancı Mürsel sinirlenmişti ama onların ilgisi aniden ileriye yani bize kaydı. Zira Şazmap bana baş kaldırıyordu. Ne ben ne de İris onu ikna edemiyorduk. Hemen yanındaki eşi bunu fırsat bilerek onu körüklüyordu. Ve en nihayetinde bizden yana olmadıklarını dile getirerek tüm tepegözler birlikte orduyu terk etmeye başladılar. Öfkeyle önümde döndüm ve bize keyifle bakanları gördüm. Arvisimle lortlarıma emir vererek rakiplerini yenmelerini söyledim. Emrimi alan lortlarım gerekeni yaptıklarında Akmanın gülen yüzü aniden buz kesmişti ve ilk onların saldırmaları gerekiyordu. Kutsala saygı duymaları gerekiyordu gerçi bunu anlardan beklemek büyük bir aptallık olsa da eliyle saldırı emrini saniyeler sonra verecekti. Sağ elimi havaya kaldırdığım gibi Hakanlık Asası avucumda belirdi, ''yüce Tanrılar bizi yalnız bırakmayın.'' Sessizce ettiğim duayı sadece İris duydu, ''amin.'' 

MAROBİS (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin