Gözümün önünde geçen oku izlerken bir bir yere düşen bedenleri görüyordum. Kan ve toprak iyice birleşmişti. Yüzüme yediğim darbelerden ötürü kanayan yaralarım canımı acıtmıyordu da lortlarımın enerjilerinin giderek azaldığını hissettiğim an kahroldum. Akman ateş gücü sayesinde altı lordumu perişan ediyordu ve beni de. Her ne yapsam da çok iyi korunuyordu. Ona ulaşmak imkânsız gibi görünüyordu. Çok kaybımız vardı. Onların da vardı ama biz yok olmanın eşiğine gelmiştik. Lortlarım olmadan olmazdı. Ayakta kalabilen tek lordum Lort Aspar'dı ve Akman ona bir şey yapamıyordu. Lort Kuyaş yıldız ordusunun büyük bir kısmını kaybetmişti, Lort Altay'ın taş askerleri birer birer yıkılıyordu. Düşman çok güçlüydü ve giderek üstünlük sağlıyorlardı. Lort Arçuray direniyordu ama onun da tüm ağaçlarını yakıyordu Akman ve onun enerjisini hızla sömürüyordu. Lort Aydilge ise su gücünü kullanamadan savaşmak zorundaydı. Böyle olabileceğini biliyorduk ama kendi gücümüze de güveniyorduk. Yanıldık. Yaptığımız planlar kısa süreli işe yaramıştı ama uzun vadede değişen bir şey olmamıştı. Öncü ordular saldıracak ve arkada bırakılan, görülmeyen ordular bölük bölük yardıma geleceklerdi. Bu şekilde psikolojik olarak üstünlük elde edecektik. Olmadı. Tepegözlerin yokluğu bizi hırpalamıştı ve yaptığımız plana göre Akman çoktan geri çekilmeliydi ama olmadı. Geri çekilmek şöyle dursun daha da üzerimize geliyordu. Bir taraftan güçlü yayı diğer taraftan ateş gücüyle ne ben ne de lortlarım ona direnebiliyorduk. Gerçi ödleklik etmeyip kendisini koruyan güruhun arkasına saklanmasaydı bunlar olmayabilirdi. Bahane arama Geray. Ordun zayıflıyor ve düşman üstünlük sağlıyor. Akıllı ol ve öyle davran. Gittikçe duruluyordum. Ağzıma giren toprak ve kanın tadı midemi artık bulandırmıyordu. Ellerime baktım, yaralar içindeydi ve işaret parmağım ile orta parmağımın arasında derin bir kesiği fark ettiğim an acısını hissetsem de etrafımda ölenlerin çığlığı daha acıklıydı. Lort Altay beni fark edecek olacak ki etrafıma askerlerini gönderdi. İki sıra halinde etrafımı sarmalarıyla bir çemberin içinde iki tane cesetle bir başıma kaldım. Sol elimde duran ve Lort Aydilge'nin baltasına bürünen asamın ağırlığını şimdi hissetmiştim. Bıraktım onu yere ve su olup toprağa karıştı. Acı içinde başımı kaldırıp göğe baktım. Enerjisi giderek tükenen Lort Kuyaş'ın yarattığı ışıkta giderek azalıyordu ama buna gerek kalmamıştı zira en çok askerini kaybeden oydu ve her ölen askeri patlayıp ışık olarak gökyüzündeki yerlerini yeniden alıyorlardı. Ve işte bir tane daha... bir tane daha... ve bir tan... hayır bu yıldız askeri değildi. Gök yarılıyordu ve benim ayaklarım yerden kesiliyordu. Yarılan gökyüzünün içinden çıkan birkaç çeşit renkteki ışıklar yeryüzünü gün gibi aydınlatıyordu. Ben ise giderek göğe yükseliyordum. Ne bir kanadım vardı ne güçlerimi kullanıyordum. Bu benim kontrolümde olan bir şey değildi. Işıklar giderek artıyordu. Yerdekiler ne yapıyordu bilmiyordum zira şu an baygın biri gibiydim. Yüzümü aydınlatan ışıklar gözlerimi yormuyordu tam tersi bana can veriyordu. Yükseldim iyice ve lordumun ışığını da geçtiğimde bir ses ilişti kulağıma. Oldukça olgun ve oldukça tanrısal. Bu hiç şüphesiz gökyüzündeki tanrılardan biriydi ve erkek sesiydi, ''Görüyor musun Hakan?''
''görüyorum'' ağzım bir açılmamıştı, dudaklarım hiç oynamamıştı. Bu hangi Tanrıysa benimle zihniyle konuşuyordu.
''mücadeleni takdir ediyorum ve bende seni görüyorum, ordunu görüyorum. Bu ışıkları biliyor musun Hakan?''
''hayır.''
''o zaman dinle, bu ışıklar Yeniden Diriliş Işıklarıdır. Benim sana ödülümdür. Diğer tanrılar gibi baş tanrı olarak benim adaletim seninledir. Sen bana güvenmekten geri duymadın. Doğrulara rağmen seni yaratanlara ihanet etmedin. Sen ve ordun saygıyı hak ediyorsunuz.'' Son sözleri giderek duyulamaz hale geldiğinde içime dolan enerji tarif edilemezdi. Aniden açılan baygın gözlerimle birlikte yüzümdeki yaraların giderek kapandığını hissettim. İçimdeki enerji nefesimi kestiği anda aniden yeryüzüne hızla düştüm ve ayaklarımın üzerinde sabit bir şekilde dikildiğimde çevremdeki düşman askerlerinin gözlerini beni mutluluktan deli etmişti. Yetmemişti. Benimle birlikte gökteki tüm yıldızlar birer asker olarak yeryüzüne iniyordu. Gerçekten de yeniden dirilmiştik. Gözlerim ileride hayretle bana bakan Akmandaydı ve ben toprağa emrederek arvisimi geri sağ avucuma alıp bir kılıca dönüştürdüğümde düşman askerleri saldırıya geçtiler. Lakin çoğu ikinci hamleyi göremeden asasının altında parçalara ayrılıyorlardı. Merhamet yoktu. Acıma yoktu. Korku hiç yoktu.
Etrafımdaki askerleri ve şeytanları yere serdikten hemen sonra asamı hızla mızrağa çevirip Akman'ın üzerine fırlatsam da son andaki hamlesi sayesinde sadece saçının bir kısmını kesmekle yetinmiştim. Umursamadım mızrak havaya karıştığı an arkamdan gelen şeytanı hissettim ve bu sefer hâlâ ileride duran sağ elimin üzerinde topraktan beliren gürzle birlikte şeytan toprağın dibini boylayarak parçalanmıştı. Mari ordusu yeniden dirilmişti. Her ne kadar Lortlarım güçten düşmüş olsalar da kendilerini toparlamış ve ordularıyla daha da güçlü saldırıyorlardı. Hatta bir ara Ataş'ı aynımda bulduğumda elindeki kılıcını yaraladığım bir askerin boğazına daldırıp onu öldürmüştü, ''efendimize dokunmak yasak sizi oruspular.''
''aynen öyle sürtükler.'' Mısıg'ın da gelmesiyle benim takım kurulmuştu. ''Lordum size edepten bahsetmedi mi?'' diye sorsam da onların muhabbeti son derece bana iyi gelmişti. İkisi benim sorumdan sonra birbirlerine baksalar da ben gelen düşman askerlerine yeni bir atağa geçerken yanımdan ayrılmayacaklardı. Onlarla savaşmak çok eğlenceliydi. Hele bir de Mısıg'ın öldürdüğü her askere bir isim takıp ismin önüne ölü sıfatını getirmesi beni benden almıştı...
Tam yeniden ısınmıştık ki plan işe yaramıştı. Akman'a çok yaklaştığımız sırada nihayet o haberci gelmişti ve Akman korkuyla bineğini geriye sürerek Yalancı Mürsel ile birlikte ordunun en gerisine gittiler. Bu hamle onların geri çekilmesini sağlayacaktı ya da sadece Akman ve bir bölük askeri gidecekti. Her ne olursa olsun Akman'ın gitmesi şarttı. Ve öyle de olacaktı. Biz çarpışmaya devam ettiğimiz sırada bir anda yanımda beliren Akel ve Merküt az daha kılıcımla yüzleşeceklerdi. Onların olduğunu anlamamla durmam arasında geçen zamanda kılıcım Merküt'ün boynuna dayanmıştı, ''ama o dost efendim'' diyen Ataş'ın şirinliği bir yana Akel'in verdiği haber çok daha tatlıydı, ''Akman yanında Yalancı Mürsel ve birkaç bölük askeriyle gidiyor. Geri çekiliyorlar.'' Onun haberiyle birlikte düşman arasında geri çekilme sesleri yükseliyordu. ''Plan işe yaradı çocuklar.''
''her zaman.'' Benim kurduğum cümleye hemen cevap veren Ataş'a giderek ısınmaya başlamıştım. Çok tatlı davranıyordu ama savaş konusunda oldukça gaddardı. Eh lorduma benzediği de doğruydu. Biricik lordum Barçin kan ter içinde savaş alanında geri çekilen askerlere bakıyordu. ''Lordumuzun yanına gitmeliyiz Ataş.'' Mısıg'ın sözlerinden sonra ikisi de saygıyla yanımdan ayrılıp keyifle lordumun yanında vardılar. Mari ordusu mutluydu ve herkesin yüzünde yorgunluğa rağmen büyük bir gülümseme vardı çünkü en büyük düşmanımız bugün bize karşı geri çekilmişti, geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu hem bizim gücümüz hem de Gök Tengri'nin bize verdiği destek ve hem de yaptığımız plan sayesindeydi. Kazanmıştık. Baş düşmanımıza karşı ilk savaşımızı kazanmıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAROBİS (TAMAMLANDI)
FantasíaTanrı kurdun rahmine yerleştiğinde gökyüzü yeryüzüyle bir oldu. Yeryüzünde doğan bir fitne yeraltıyla bir olduğunda yok oluş günü geldiğini ilan etti. Tanrı ve Tanrıçaların aşkı gökyüzünden taştı. Kayra Han yeryüzünü düzene sokmak istedi, bir şeh...